Çarşamba, Eylül 03, 2008

Bir inek Hikayesi


Hz. Musa (as) zamanında yaşanan
´Bakara` olayı bize ne anlatıyor?


İNEĞİ BİLİRSİNİZ.

Memelerinden şifalı süt sağdığımız, etinden protein sağladığımız mübarek bir hayvandır. Kurban olarak kesilmesi de makbuldür; kesene, kestirene sevap getirir.

Fakat “ineği kesmek” bazan öylesine zor, öylesine zor hale
geliyor ki, bu kesim işlemi için bir peygamberin gönderilmesi gerekebiliyor. Ve, kesemeyenlere örnek olarak, ineği o kesiyor.
“İneğin kesilmesi” olayı o kadar önem taşıyor ki, ilahî kelâm bu konuya sık sık değiniyor.
Hattâ, Kur’ân’ın en uzun sûresi onun adıyla anılıyor.

Peki, inek ve kesilmesi, neden önemli? Kur’ân’da bu konudan sadece tarihe geçmiş bir topluluğun başından geçen bir olay olarak mı bahsediliyor?

Bugünü yaşayan bizler için, bu konu ne anlam taşıyor?

Öncelikle, tarihî olayı hatırlayalım. Mısır’da Nil nehrinin taşıdığı bereketle, kızgın çöl verimli topraklara döner. Toprak sulanır, işlenir, bol ürün hasat edilir.


O zamanki tarım sabana, saban da inek ve öküze dayalı olduğundan, bu hayvanlar insanların gözünde çok ama çok değer kazanır. Ki, kendimizi bir ânlığına tek gelir vesilesi toprak olan, toprağı ise öküzle süren kişilermiş gibi düşünürsek, artık tarih olmuş “saban teknolojisi”nin ve dolayısıyla inek ve öküzün o zamanki insanlar için taşıdığı anlamı hissedebiliriz.

İneğin, hayatlarında böylesi merkezî bir yer tuttuğu bu insanlar, zamanla
“Ya inek olmasaydı halimiz ne olurdu?” diye düşünmeye başlarlar. “İnek olmasaydı, toprağı süremezdik.
Toprağı süremesek, ürün kaldıramazdık.
Ürün kaldıramasak, rızıksız kalırdık.
Rızıksız kalsak, ölürdük” sonucuna ulaşırlar.
“İnek olmasaydı” diye kurulan bu muhakeme zincirinde, inek, âdeta “hayatın devam ettiricisi” haline gelir.
“Rızıksız kalırsak yaşamayız” diye düşünen söz konusu topluluk, ineği “rızık kaynağı” gördüğü için, ona tapmaya başlar.
Ona kutsal birşeymiş gibi yaklaşırlar. Kimseye ona el sürdürmez; dokunulmasına izin vermezler.

Böylesi bir toplumda, inek dokunulmazdır.
Kutsaldır. Midelerin ve kalblerin bağlandığı bir otoritedir. İlahtır!
Oysa, gerçekte, inek “rızık verici” midir?

İnsanların halinden anlayan, “Hadi şu zavallıların ihtiyacını gidereyim” diyebilen şefkat sahibi biri midir?
Bunu görebilecek ilme ve yapabilecek kudrete sahipmi dir?
Ne var ki, ineğe tapan insanlar, bu soruları sormamış,
hiç bu sorular üzerine düşünmemişlerdir.

Aslında sessiz, sakin, kendi halinde bir hayvandır inek.
Çayırlarda otlanır. Yer, içer. Kendisi de rızka muhtaçtır. Ne memelerinde taşıdığı sütün faydalarından haberi vardır, ne etinin ve derisinin hizmetinden. Görevi sadece bunları taşımak, sergilemek ve sunmaktır sanki. Önüne konulanı yer, boynuna vurulanı taşır, memelerinde birikeni sunar; ötesini bilemez ve düşünemez.
Ama yine de, “İnek olmasaydı toprağı süremezdik, toprağı süremesek, buğday hasat edemezdik” diye düşünerek onu âdeta ilah haline getirenler olmuştur.
Madem öyle, buğdayın vücuda gelişini bir tarafa, ineği öbür tarafa koyalım ve beraberce ikisini tartalım:
Buğday, insanlar rızık olma gibi bir maksat sergiler.
Bugünün tabiriyle, “temel gıda maddeleri”nden en önde gelenidir. İnsanların rızık olarak ona ihtiyacı vardır. Oysa inek insanların bu ihtiyacını giderebilecek birisi olabilir mi? En başta kendisi rızka muhtaç olan, nasıl rızık verici olabilir?
Buğday, şefkat ve inayet gerçeğinin aynasıdır. İnsanın ihtiyacını gören, bu ihtiyaca karşılık ona şefkat ve yardım eden birini bildirir. İnek ise, insanlara şefkat edebilecek, onlara yardım elini uzatabilecek biri değildir. Kendisi şefkate ve yardıma muhtaç biri, nasıl gerçekten şefkat ve yardım edici olabilir?

Tek bir buğday tanesinin dahi vücuda getirilişinde bir sanat görünür. Değil bir inek, bütün inekler toplansa, bu sanat eserini yapamayacaklarını her akıl sahibi görür.
İneğin hiçbir şekilde sanakâr olamayacağı o derece açıktır.
Kendisi de sanat eseri olan, kendisi de yapılmış bir mevcud, nasıl sanatkâr olabilir?
Buğdayın vücuda getirilmesi, ilim ve kudret gerektirir.
Tek bir buğdayın vücuda gelişi, toprak, hava, su, güneş gibi unsurlarla, tüm kâinatla öylesine bağlıdır ki, inekte ne tüm bunları bilebilecek bir ilim; ne tüm bunları yapabilecek bir kudret vardır.
Kısacası, buğdayı rızık olarak veren ne inektir; ne kendisi de rızka muhtaç başka birşey...
Buğdayı veren, olsa olsa, bütün rızka muhtaçlara rızık veren, ama kendisi rızka muhtaç olmayan Birisidir.
Ancak şefkat ve inayet sahibi, sanatkâr, ilmi ve kudreti tüm kâinatı kuşatan Birisi buğdayı yapabilir. Ki o, ineği, toprağı, suyu, kısacası herşeyi yapan Birisidir.
Ne var ki, insanlar Onu tanıyıp sevecekleri ve Ona teşekkür edecekleri yerde, zavallı ineklere yönelince, yine şefkat ve yardım elini uzatır. Söz konusu insanlara Hz. Musa’yı gönderir. Ve ineği Hz. Musa kurban edip keser. Öylece, rızkı verenin inek olduğunu zanneden kişilere, onun rızık verici olmadığını; asıl teşekküre onun değil, gerçekten rızkı Verenin lâyık olduğunu gösterir.
Burada öldürülen ineğin kendisi değildir. Buna gerek de yoktur.
Zira inek, yaratılışıyla kendisine verilen görevleri bihakkın yerine getiren, Sanatkârının öngördüğü şekilde yaşayan bir mahlûktur
Öldürülen inekperestliktir.
Yani, “İnek olmasaydı karnımız doymazdı, biz de olmazdık” diye uzayan, sonuçta yaşıyor oluşumuzu ineğin lütfu gören anlayıştır. Determinizme dayalı, ucu sebeplere tapmaya varan bu esbabperest düşünce tarzı kesilmiştir.Gerçi tam tatmin olmayanlar, kesilen ineğin yerine, Hz. Musa oradan ayrıldıktan sonra, altından bir buzağı yapmışlar. Bu da, Hz. Musa gibi insanlarla, esbaba tapanlar arasındaki mücadelenin durmadığını gösteriyor.
Hz. Musa’nın ineği kesmesi bir semboldür. O devirdeki insanların her birinin kalbinde taşıdığı, sonucu sebepten, yani inekten bilme ve dolayısıyla bizzat onu sevme, ona teşekkür etme, ona ibadet etme meylinin kırılmasının sembolüdür. Bu anlayışın yanlış olduğunun, yok edilmesi gerektiğinin; çünkü ineğin rızık verici olmadığının ilanıdır.
Hz. Musa ineği kesebilmişti, zira ineği gerçek haliyle biliyordu.
İneğin, gerçekte, insanları seven, insanların ihtiyacını gören, onlara şefkat eden Birisi tarafından gönderilmiş bir “hediye” olduğunun farkındaydı. O yüzden, ineği, onu gönderen adına seviyordu, “rızık kaynağı” olarak değil.
Zaten ineği Onun adına kesmişti. Onu insanların hizmetine sunan Rabbinin emriyle, izniyle kesmişti. Mâlûm, artık teknoloji değişti. Tarımda öküz ve ineğin yerini makineler aldı. Tarımla uğraşanların sayısı da azaldı.Birçoğumuz rızkını tarla dışında arıyor. Kimi bilgisayar karşısında, kimi fabrikada, kimi devlet kapısında. Kimi bilgisini kullanıyor, kimi başka şeyleri.
Bu minval üzere yaşayan bizlere, bu olay ne anlatıyor olabilir? Meselâ, o insanlar rızıklarını “inek”ten biliyorlardı, ya biz kimden biliyoruz? Kime veya neye, rızık kaynağı diye bakıp teşekkür ediyoruz? Söz konusu olayda ineğin temsil ettiği “sebep”lere mi, yoksa cümle inekleri, yani cümle sebepleri yaratan, ilim, kudret, şefkat ve inayet sahibi Birine mi?

Gerçek Tesir Sahibi Biri mi? İşte bu noktada, herkesin hâlâ birer ineği var gibi. Çağlara ve kişilere göre “inek”ler, yani vesileler değişiyor; ama inek ve ineğin kesilmesi olayının taşıdığı anlam değişmiyor.
Birisi her daim rızık veriyor; ve o rızkı verenin kim olduğu sorusu hiç değişmiyor. Bir çocuğun bile aklına ters göreceği ineğe, yani vesilelere tapma, sonucu o yaratmış gibi ona teşekkür etme, ve daima ona dilencilik etme nerede; bütün ineklerin ve bütün sebeplerin yaratıcısı, yegâne Gerçek Tesir Sahibi, insanı gerçekten seven ve ona rızkını ummadığı yerden gönderen Rabbine teşekkürlerini sunarak, ineğe kul olma zelilliğinden uzak bir hayat sürmek nerede?
“İnek”lere mi, yoksa bütün bu inekleri insanın hizmetine veren Rabbine mi şükretmek insana yaraşır?Hangisi izzetlidir? Kula kul olmak mı; ihtiyaçlarımız için o kulları yaratan Rabbimize bağlanmak mı? Rızkını sebeplerden bilmenin hâlâ yaygın olduğu ortamlarda bu kesim işi biraz zor olabilir. “Çevre”ydi, “sosyal baskı”ydı, şuydu, buydu derken, kimi mazaretler bile bulunabilir. Oysa, herşey bir yana, bu kesim işinin en zor yanı, bir “sebep” olarak kendimizi etki sahibi görmekten kurtulabilmektir.
Yani, asıl “inek”ler, dışarıda değil, içimizde. Nitekim, biraz zorlamayla dışarıdaki ineği tam inanmadan, kesmişsek; ardından kendi elimizle hem de altından bir inek yapabiliyoruz. Ve, onu kırmak, daha da zor.Ama, tüm zamanlara ve insanlara seslenen Kur’ân bizi “inek”lere değil, herşeye rızık veren bir Zat’a teşekkür ve ibadete davet ediyor.
Ne mutlu kendi “ineği”ni Rabbinin yolunda kurban edenlere…

Kaynak : Karakalem net : Murat Çiftkaya
Hazırlayan : Ali Akarsu

Zevk için minareleri yıkıyorlar.