Pazar, Kasım 30, 2008

Deniz haydutluğu mu? Stratejik korsanlık mı?


Sayı 41
Deniz haydutluğu mu?
Stratejik korsanlık mı?
Somali açıklarında patlak veren ve tüm dünyanın dikkatini bölgeye çeken deniz haydutluğu eylemlerini münferit ve sınırlı bir olay olarak değerlendirmek yanıltıcı olacaktır.
Saldırıların gerçekleştiği bölgenin jeostratejik konumunun Akdeniz ile Kızıldeniz'i birleştirmesi, Kızıldeniz ile Hint Okyanusu arasında bir deniz yolu niteliğinde olması ve Aden Körfezi ile Afrika Boynuzu arasında bulunması nedeniyle kilit önemde bir havza konumuna sahip olması, gelişmelerin tahmin edilenden daha karmaşık ve çok boyutlu bir özellik taşımasına sebebiyet vermektedir.
Söz konusu saha, aynı zamanda Afrika ile Ortadoğu'yu birleştiren, yılda 30.000 gemi tarafından kullanılması ve dünyanın en önemli enerji ve ticaret nakil yolu olması nedeniyle hayati öneme sahip bir kavşak niteliğindedir. Bu durum basit bir gemi kaçırma eylemi olarak başlayan faaliyetlerin kısa süre içerisinde yayılmasına, hedef değiştirmesine, dünya petrol piyasasını dahi etkiler konuma gelmesine ve ortaya çıkan durumun daha da içinden çıkılmaz bir hal almasına sebep olmuştur.
Aslında mevcut uluslararası hukuk kuralları korsanlığı suç olarak kabul etmekte, bu konularla ilgili olarak ağır cezalar, tedbirler ve yasaklamalar öngördüğü, gerektiğinde başka ülkelerin karasularına kadar izleme ve ortak operasyona izin veren düzenlemeler içerdiği halde, bu hukuki imkânların kullanılmaması hem büyük bölümü Somali ordusundan ayrılan eski askerlerden oluşan korsanların eylemlerine hız vermesine hem de yaşanan olayların arkasındaki gerçek amaçlar hususunda birtakım soru işaretlerini beraberinde getirmektedir.
Nitekim tüm askerî önlemlere rağmen korsanların 2008 yılı içerisinde yarısı başarıya ulaşan 200 eylem gerçekleştirmesi, dahası sadece son iki haftada içinde Rus tanklarını taşıyan bir gemi ile bir Suudi süper tankerinin de bulunduğu 18 gemiyi kaçırmaları bu konudaki şüpheleri daha da güçlendirmektedir.
Söz konusu eylemlere iştirak edenlerin kimlikleri, sayıları, kullanmış oldukları son teknoloji araçlar, eylemlerin organize edilmesinde ve kaçırılan gemilerin sahipleri ile girişilen pazarlıklarda kullanılan yöntemler, gemilerin rehin tutulduğu ülkenin kuzeydoğusundaki "Bontland" isimli otonom bölgenin yerinin bilinmesi, 100 milyon dolara ulaşan tahsil edilmiş fidye paralarının kolay bir biçimde aklanması; arkasında birkaç basit suçlunun değil dünyanın önde gelen bazı güçlerinin siyasî, stratejik, askerî ve ekonomik çıkarlarının ve bölgenin istikrarını hedefleyen unsurların bulunduğunu göstermektedir.
Son dönemde Irak, Afganistan, Filistin ve Lübnan'da hayal kırıklıkları yaşayan, fakat buna rağmen bölgenin istikrarını hedef alan politikalarından vazgeçmeyen ve bu çerçevede enerji nakil sahalarını gözden çıkarmak istemeyen ABD'nin yaşanan bu gelişmeler eksenindeki tavrı, uzun vadeli ve çok farklı hedefler peşinde olduğunu ortaya koymuştur. Nitekim, Aden Körfezi'nde ciddi bir askerî güç bulunduran Washington'un, hedef ve eylemi yapanların kullandıkları yer ve imkânlar tamamen ortada olmasına ve uluslararası hukuk mevzuatı kendisinden yana bulunmasına rağmen bölgedeki 5. Filo'sunun yetersiz kaldığını ilan etmesi, hem Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nden hem de bölge devletlerinden aktif destek talebinde bulunması, sorunun uluslararası bir düzeye sokulması için çaba sarf etmesi Büyük Ortadoğu Projesi'nin arka bahçesi olarak gördüğü Afrika Boynuzu için ciddi bir plan içerisinde olduğunu ortaya koymuştur.
Böylesi bir planın İsrail ayağının ise özellikle Siyonizm'in kurucularından Theodor Herzl ve sonrasında İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres'in Yeni Ortadoğu kitabında dile getirdiği, Kızıldeniz ile Ölüdeniz'in birleştirilerek Akdeniz'e bir kanal açılması projesinin hayata geçirilmesi ve İsrail'in bu sahalarda önemli ticari çıkarlar elde etme planlarının gündeme gelme ihtimali olduğu özellikle Ortadoğu merkezli yazarlar tarafından çok da uzak olmayan bir ihtimal olarak değerlendirilmektedir. Bu bakımdan Kızıldeniz'e sınırı olan Tel Aviv bölgedeki gelişmeleri dikkatle izlemekte ve olası bir işbirliği sürecine dahil olma yönündeki isteğini gizlememektedir.
Bu soru işaretleri karşısında gerek Kahire, gerek Sana, gerek Tahran ve gerekse Ankara'dan yükselen sesler taleplerini açık bir biçimde ortaya koymuştur. Nitekim, Mısır'ın başkentinde yapılan son Kızıldeniz Ülkeleri Zirvesi ve zirvenin akabinde Arap Birliği Teşkilatı Genel Sekreteri Amr Musa'nın "Sorun ilk başta Arap âlemini ilgilendiren bir sorun olup, teşkilatımız derhal konuyu görüşecek ve çözüm bulacaktır." açıklaması, bir Kızıldeniz Eylem Planı hayata geçirileceği takdirde bunun Arap inisiyatifinin kapsamında olması gerektiğinin altını çizmektedir.
Bu bağlamda, Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih'in, ordusunun korsanlık faaliyetlerine karşı tek başına mücadele edemediğini belirterek destek talebi yanlış algılanmamalı, bu talebin asıl muhatabının bölgenin Arapların hâkim olduğu bir deniz yolunun olması ve ABD'nin müdahale etmesi durumunda meselenin daha da derinleşme ihtimalinin ağır basması nedeniyle öncelikle Arap Birliği Teşkilatı olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.
Mısır cephesinde ise olayların arkasında Kızıldeniz yolu açısından büyük önem teşkil eden ve yıllık 5 milyar dolar civarında gelir getiren Süveyş Kanalı'nın stratejik değerinin zayıflatılıp, söz konusu deniz yolunun büyük bir havza şeklinde kontrol altına alınmak istendiği görülmüş ve bu konuda pazarlığa girilmeyeceği, sorunun Arap Birliği ve Afrika Birliği bünyesinde çözülmesi gerektiği net bir biçimde dile getirilmiştir.
Tahran yönetiminin yaşanan gelişmelerle ilgili dayanışmayı esas alan, gerektiği takdirde askerî müdahaleye de açık olduğu yönündeki mesajları, Arap Birliği bünyesinde gündeme gelen işbirliğinin daha büyük bir perspektifle bölgesel anlamda hayata geçirilmesi gerektiğine ilişkin fikirleri güçlendirmiştir. İran da tıpkı Mısır ve Yemen gibi, bölge odaklı bir çözümün bulunmasının daha yerinde olacağını benimsediğini göstermiştir.
Somali ile tarihsel bağları olan ve bölgeye yönelik BM operasyonlarında aktif görev alan Türkiye her ne kadar NATO şemsiyesi altında barışçıl bir misyonla korsanlık faaliyetlerine karşı harekete geçmişse de, bu eylemlerin arkasında çok daha büyük hedeflerin ve BOP'un arka bahçesinden merkeze doğru bir hamlenin geliştirildiğini görmeli ve bölge ülkeleri ile birlikte bir işbirliği süreci geliştirilmesinde aktif rol üstlenmelidir. Son dönemde özellikle İran'a yönelik arabuluculuk ve Mısır'da Akdeniz bağlamında bir ortak çalışmayı kabul eden ve bu bağlamda izlemiş olduğu aktif dış politikanın meyvelerini toplayan ülkemiz bu son olaylara ilişkin stratejisini belirlerken de bölgenin hassasiyet ve dengelerini göz önünde bulundurmalıdır.
Aslında, Somali'nin 1980'den beri iç savaşlarla boğuşması, büyük devletler arasında bir hesaplaşma merkezine dönüşmesi, 1993'te bu ülkeye yönelik başarısız bir müdahale sonrasında konuyu Etiyopya'ya devredip meseleyi daha da içinden çıkılmaz hale getiren ABD ve Batı ülkelerinin Somali'de yaşanan trajediyi görmezlikten gelen politikaları bu olayların ortaya çıkmasında etkili olmuştur. Nitekim söz konusu eylemlerin ülke içerisinde sempatiyle karşılandığına dair gelen yorumlar, itibar görmeyeceği gibi, bu saldırıların bir tür "Robin Hood" tarzı eylem olarak gösterilmemesi gerektiği kanaatindeyiz. Ülke içerisinde bu eylemlerin sempati ile karşılanması Somali'ye Batılı güçler tarafından ekilen tohumların biçilmesinden başka bir anlam taşımamaktadır.
Geri kalmışlığın, dinsel ve etnik iç çatışmaların ortasında bırakılan bu ülkenin bir an evvel istikrara kavuşması ve bu krizin çözülmesi için korsanlık faaliyetlerine karşı uluslararası camiada işbirliğinin geliştirilmesi hususundaki BM Güvenlik Konseyi'nin 1816 No'lu kararından tatmin olmayan ABD'nin bölge devletlerinden açık bir destek beklentisine girmesine rağmen Arap Birliği, Afrika Birliği ve İslam Konferansı Teşkilatı'nın bölge dışı tüm müdahaleleri engelleyerek inisiyatifi ele alması şarttır. Böylesi bir işbirliği birçok Batılı uzman tarafından gündeme getirilen eylemlerin arkasında El Kaide'nin bulunduğu yönündeki müdahale seçeneğini güçlendiren açıklamaların da önünü kesmiş olacaktır. Bununla birlikte bu ülkenin istikrara kavuşturulması ve yasadışı eylemlere son verilmesi anlamında sürecin ikinci adımını, ABD tarafından taşeron güç olarak kullanılan Etiyopya güçlerinin ülkeden çıkarılarak Somali içerisindeki otorite boşluğunun giderilmesi oluşturmalıdır.
Kaynak : 28.11.2008 Zaman Avrupa Baskısı
: 27.11.2008 Zaman Türkiye Baskısı
Hazırlayan : Mustafa Kazalan

Hiç yorum yok:

Zevk için minareleri yıkıyorlar.