Salı, Temmuz 23, 2013

Sübhaneke Duası Sayi 53


´´Sübhanekallahümme vebihamdike vetebarakesmüke

                  veteala ceddüke velailahe ğayruk.´´

Namaz dualarının ilki olan Sübhaneke duası, malum olduğu üzere namaza başlayınca tekbirden sonra okuduğumuz ilk duadır. Her hayırlı işe Besmele ile başlamak gerektiğini biliyoruz. Bundan dolayı namazda da Fatiha Suresi’ni okumadan önce Besmele çekiyoruz. Ancak namazda Sübhaneke duası Besmele’den bile önce okunmakla dikkatimizi çekmektedir.    Öyleyse Besmele’nin bile önüne geçen bu duayı herhalde iyi tanımamız gerekmektedir.

Sübhaneke cümleleri kimin sözüdür?
Her şeyden önce şunu belirtelim ki Sübhaneke duası başından sonuna kadar Kur’an-ı Kerim’de tam olarak geçen bir cümle, yani bir ayet değildir.

Ancak duayı oluşturan kelimeler parça parça ayetler içerisinde zikredilir.

Rivayetlere göre Sübhaneke duasını oluşturan cümleler Hz. Adem’e aittir ve ona da bizzat Allah u Teala tarafından öğretilmiştir.

Yani Kur’an-ı Kerim’de geçen bir ayet değildir ama yine Allah’ın sözüdür.

Hz. Adem (AS) cennette Allah’ın yasakladığı meyveyi yiyip de yeryüzüne inince, cennetin yaşama şartları ile dünyanın yaşama şartları arasındaki korkunç fark karşısında elbette zorlanmıştır. Ayrıca işlediği hatadan dolayı da Allah’tan özür dilemek, tevbe etmek istemiştir. İşte hem tevbe, hem de dünyada bir takım zorluklar karşısında Allah’tan yardım dilemek üzere el açıp dua etme ihtiyacı hissedince, Rabbi onu başıboş bırakmam
ış, tabiri caizse hem yeryüzüne indirip ceza vermiş, hem de onu affetmek için yine elinden tutmuş, yardımcı olmuştur.

Bakara Suresi’nde Cenab-ı Hakk:
“Adem, Rabbinden bir takım kelimeler, bir takım dualar öğrendi, onları aldı, onlarla Allah’a tevbe etti…” (Bakara:37) buyurur.

Bu ayet-i kerimeye göre Adem (AS) Allah’a tevbe ederken ne şekilde tevbe edeceğini, ne derse Allah’ın onu affedip yardımcı olacağını yine Allah’tan aldığı “kelimeler”le öğrenmiştir.

Öyleyse bu kelimeler  nelerdir?

İşte tefsirlerde bu ayette geçen “kelimat” ifadesinin izahına baktığımız zaman karşımıza birkaç alternatif çıkmaktadır:

Adem (AS) yeryüzüne inince;
a) ”Rabbena zalemne enfüsena, veinlem tağfir lena ve terhamna lenekünenne minel hasirin.” diyerek dua etmiştir.

Yani “Ya Rabbi biz (Havva ile ben) kendi kendimize zulmettik, eğer sen bizi bağışlamaz, sen bize merhamet etmezsen; biz hüsrana uğrayanlardan oluruz.”( ) demişlerdir.
b)
“Lailahe illa ente zalemtü nefsi fağfirli innehu layağfiruz zünübe illa ente” demiştir. Bunun manası da “Senden başka ilah yoktur. Ben kendi kendime zulmettim. Sen beni affet, çünkü günahları, hataları ancak sen bağışlarsın.” demektir.
c) Sübhaneke duasını okuyarak, “Sübhaneke allahümme vebihamdik
...” diyerek dua etmişlerdir.
Sonuçta Hz.Adem ve Havva cennette Allah’a karşı işledikleri hatadan yine Allah’ın onlara öğrettiği dua sayesinde arınmışlar, kurtulmuşlardır.
Öyleyse Sübhaneke duası insanoğlunun yeryüzünde yaptığı ilk dualardan birisidir. Belki namazda ilk önce okunan dua olmasının hikmetlerinden birisi de budur.
Kur’an-ı Kerim’de insanların cennete girince Allah’a şükür, teşekkür makamında ilk söyleyecekleri söz ve duanın “Sübhanek’allahümme” olacağı anlatılır:

“Onların (yani cennetliklerin) oradaki duaları Sübhanek’allahümme’dir. Onların birbirlerini selamlamaları ‘Selam’ sözüdür. Dualarının sonu ise Elhamdülillahi Rabbil Alemin’dir.”(Yunus:10)


Buna göre cennetten çıkan Adem (AS)’ın ilk sözü Sübhaneke olduğu gibi, cennete giren insanların da yine ilk sözü Sübhaneke olmaktadır. Bir başka ifadeyle; cennete giren de, çıkan da Sübhaneke ile girip çıkmaktadır. Öyleyse Sübhaneke duası cennetin anahtarı mesabesinde mübarek bir duadır, cenneti bir duadır.


Sübhaneke’nin manası:
Duamızı kelime kelime parçalar halinde anlamamız gerekirse ilk sözden başlayalım: ”Sübhaneke” ne demektir?

“SÜBHANEKE” Arapça’da (S-B-H) bizim bildiğimiz “tesbih” kökünden gelen bir kelime olarak “Ya Rabbi ben seni tesbih ederim” demektir. Ancak “tesbih etmek” ne demektir? Bildiğimizi zannettiğimiz ama gerçek detayıyla bilmediğimiz bu kelimenin anlamı şudur: Tesbih, “Allah’ı kemal sıfatlarla muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh tutmak” demektir. Peki bu kulağımıza ağır gelen cümlenin manası nedir?


 O da şu demektir:

Kemal sıfatlar; iyi, hoş, güzel, tam, olgun, mükemmel… olan her türlü sıfatlar demektir. Kemal sıfatlarla muttasıf olmak ise Allah’ın bu sıfatlara sahip olması, bu özelliklerin Allah’a yakışması demektir. Örnek vermek gerekirse: Adil olmak, bilgili olmak, cömert olmak, güçlü olmak, hakim olmak, büyük olmak… gibi sıfatlar kemal sıfatlardır ve Allah u Teala bu sıfatlara sahiptir, bu özellikler Allah’a yakışır.

Noksan sıfatlar ise bunun tersine; kötü, çirkin, nahoş, eksik, nakıs…olan sıfatlar demektir. Noksan sıfatlardan münezzeh olmak ta Allah’ın bu kötü sıfatlardan uzak olması, bu çirkin özellikleri Allah’tan uzak tutmak demektir. Örnek verirsek: Cahil olmak, zalim olmak, cimri olmak, zayıf-aciz olmak… gibi sıfatlar noksan sıfatlardır ve Allah u Teala bu sıfatlardan uzaktır, bu özellikler Allah’a yakışmaz.

Bu açıklamadan sonra yeniden manaya bakarsak; bir insan Sübhaneke Allahümme veya Sübhanallah demekle, şunu demek istiyor:
Ey Allahım, sen Adilsin-zalim değilsin,  Alimsin-cahil değilsin,
Görürsün-kör
değilsin,   Duyarsın-sağır değilsin,
Canlısın-ölü değilsin,  Güçlüsün-zayıf değilsin.
Yani ne kadar iyi sıfat varsa bunların hepsini sayıp, Allah’a izafe etmiş; ne kadar kötü sıfat varsa bunların hepsini sayıp, bu sıfatları Allah’tan uzak tutmuş oluyor.
Tabii ki bir insan ne kadar düşünüp taşınsa da bu sıfatların hem iyisini, hem kötüsünü sayarken; unuttuğu, hata ettiği, zikredemediği noktalar olabilir. Ama bir kerecik “Sübhanallah” demekle bunların hepsini tek tek sayıp dökmüş gibi Allah’ı anmış
oluyor. İşte Sübhaneke Allahümme veyahut Sübhanallah kelimesi böyle bereketli bir ifade oluyor. Bir insan namazın başında Sübhaneke’yi okumakla daha ilk kelimede sınırsız, sonsuz bir şekilde Allah’ı kolayca anmış oluyor.

“ALLAHÜMME” : “Ey Allahım” demektir.
“VE BİHAMDİKE”:
Elhamdülillah kelimesinde geçen “H-M-D” (hamd) kökünden gelen bu ifade ile, Allah’ı tesbih ettikten sonra, hamd ettiğimizi de anlatmak istiyoruz. Allah’ım seni hamdinle tesbih ederim, hem Sübhanallah derim, hem de Elhamdülillah derim, demek istiyoruz.
Allah’a hamd etmek onu övmek demek. Ama Arapça’daki “hamd, şükür, medh, sena” gibi kelimelerin hepsi Türkçe’ye “övmek”diye çevrilse de aralarında nüanslar, ufak-tefek mana farklılıkları vardır. Biz bu detaylara girip konumuzdan fazla uzaklaşmayalım. Zaten Türkçe’de kullandığımız Elhamdülillah kelimesi bize yabancı olmadığından diğer kelimeye geçelim.

“VE TEBARAKE’SMÜKE”: Senin ismin bereketlidir, mübarektir.
Malum olduğu üzere Cenab-ı Hakk’ın başta “Allah” lafza-i celali olmak üzere pek çok ismi vardır ve hepsi birbirinden güzel olan bu isimlere biz “Esma-i Hüsna” diyoruz. Bu isimlerden 99 tanesi Kur’an- Kerim’de geçer. Ama Kur’an-ı Kerim’de değil de başka yerlerde bildirilen isimler de vardır. Nasıl ki peygamberlerin sayısı yüzlerce, binlerce olduğu halde; bunlardan sadece 25 tanesinin adı Kur’an-ı Kerim’de geçiyorsa, Allah u Teala’nın da binlerce ismi vardır ve bunlardan sadece 99 tanesi bize bildirilmiştir.

Bazı ulemanın naklettiklerine göre Allah’ın 3 bin tane ismi vardır.
Bunlardan:
• 1000 tanesini Allah sadece meleklere bildirmiştir,
• 1000 tanesini sadece peygamberlere bildirmiştir,
• 300 tanesi Zebur’da geçer,
• 300 tanesi Tevrat’ta geçer,
• 300 tanesi İncil’de geçer,
• 99 tanesi de Kur’an-ı Kerim’de geçer.
Geriye 1 isim kalmıştır ki o da en büyük isim, yani “İsm-i Azam”dır ve bir müslüman o ismi bilir, onunla dua ederse; Allah u Teala o kula istediğini mutlaka vereceğini müjdelemiştir. Bu isim; Ramazan’da Kadir Gecesi’nin, Cuma günü İcabet Saati’nin gizlendiği gibi gizlenmiştir. Bazı rivayetlerde İsm-i Azam’ın;
“El-Hayyu’l-Kayyum”,
“Zü’l-Celali ve’l-İkram”,
“Hu”
veya  “Allah” ism-i şerifleri olabileceği söylense de kesin şudur diyemeyiz.

Bunun hikmeti de mü’minleri Allah’ın tüm isimlerini anmaya teşviktir. Eğer İsm-i Azam şudur diye kesin belli olsaydı; herkes sadece onunla zikir ve dua eder, belki de diğer Esma-i Hüsna’yı anmazdı.

İşte tüm bu anlattıklarımız Sübhaneke’deki “Vetebarake’smüke” cümlesinin ifade ettiği Allah’ın isimlerinin bereketinin tezahürüdür. Yani Allah u Teala’nın isimleri hem yukarda anlattığımız gibi sayı olarak çok ve bereketlidir, hem de binlerce değil 1 tane bile olsa; onun yüzü suyu hürmetine, onun bereketine tüm dualar anında kabul edilmektedir.


Tıpkı Mevlid-i Şerif’in yazarı Süleyman Çelebi’nin dediği gibi, bırakalım binlerce defa anmayı, zikretmeyi, içten gelerek yalnız bir defa bile Allah desek neler olur, neler… Bundan dolayı Süleyman Çelebi:
Bir kez Allah dise aşk ile lisan
Dökülür cümle günah misli hazan
dememiş midir?

İslam Tarihi’nde bu “Bir kez Allah demenin” ne kadar önemli olduğuna dair güzel örnekler vardır. Mesela Bedir Savaşı öncesi savaş meydanında Peygamber Efendimizi tenha bir köşede görüp, hemen onu oracıkta öldürmeye heveslenen bir müşrik eline kılıcı alıp: ”Söyle bakalım Muhammed, işte elime düştün, seni şimdi benden kim kurtaracak?” diye bağırınca Rasül-i Zişan Efendimiz hiç bir fiili müdahalede bulunmadan nübüvvetin o gür ve keskin sesi ile sadece bir “Allah!” demiştir. Müşrik bu söz karşısında cereyana kapılmış gibi yere yuvarlanmış ve kendisi bir tarafa, kılıcı bir tarafa düşmüştür…

Eğer bu müşrik hain emeline ulaşıp ta orada Peygamber Efendimize bir kötülük yapsaydı, İslamiyetin ilk yıllarında kim bilir ne derin yaralar ve sonuçlar doğururdu. Ama Rasül-i Ekrem Efendimizin bu bir kez “Allah” demesiyle belki de ne büyük badireler bir anda yok oluverdi.
İşte Allah u Teala’nın ismi, ya da isimleri hem sayı olarak, hem de faydası ve tesiri açısından hakikaten bereketlidir, mübarektir, mukaddestir. “Vetebarake’smüke” ifadesi bize bunu anlatmaktadır. Yani Allah u Teala’nın isimlerini tanımamız, zikretmemiz, ezberlememiz, başımız sıkış
ınca yalnızca

O’ndan istimdad etmemiz gerektiğini, O’nunla teberrük etmemiz, O’nunla kendimize şeref ve paye çıkarmamız gerektiğini bize hatırlatmaktadır, hatırlatmalıdır.

VE TEALA CEDDÜKE”: Ve senin saltanatın çok üstündür.
Buradaki “Teala” kelimesi her zaman kullandığımız “Allah u Teala” ibaresinde geçen “Teala” kelimesinin aynısıdır ve “üstün olmak, yüce olmak, şerefli olmak” manalarına gelir. Zaman zaman kullanılan “Ulu Allah” ifadesine de benzer. “Ced” kelimesi ise “Azamet, saltanat, baht, zenginlik, mal… ” anlamlarına gelir. Dolayısıyla “Ve teala ceddüke” demekle biz, “Ya Rabbi, senin saltanatın, zenginli
ğin, gücün-
kudretin çok üstündür” demek istiyoruz.
Hakikaten yukarıda “Allah” isminin ne kadar bereketli, mübarek olduğunu gördük. Bu ismin sahibinin de elbette şanlı, şerefli, üstün olması gerekir. Bundan dolayı Allah u zülcelalden bahsederken, O’nu anarken yalnız başına “Allah” lafzıyla değil de, bu ifadeyle birlikte “Allah u Teala” veya “Allah Celle Celalüh” demek edeb ve hürmet gereğidir. Dünyadaki bir takım fani mevki
-makam sahibi insanlardan bahsederken nasıl yalnızca isimleriyle “Ahmet, Mehmet…” diye değil de isimlerinin başında veya sonunda “Ahmet Bey, Mehmet Bey” ya da “Sayın, Muhterem, Saygıdeğer…” gibi hürmet ifadeleri kullanıyorsak, Alemlerin Rabbi olan, dünyadaki beylerin, paşaların, tüm kainatın yaratıcısı olan Halik-
ı Zülcelal’den bahsederken de O’nun sadece ismiyle hitab etmeden böyle bir hürmet ifadesiyle zikretmek, hitab etmek gerekir. Çünkü “Ve teala ceddüke” ifadesine göre her türlü saygı, şan ve şerefin azamisi Rabbimize layıktır.
Bundan dolayı bu işin kıymetini, ehemmiyetini bilen müttaki insanlar yerde bir kağıt parçasında Allah u Teala’nın ismini görseler hemen onu kaldırırlar, üzerinde O’nun adı geçen takvim, gazete vb. malzemeleri asla yere atmazlar. Çünkü Allah u Teala’nın ismi, şanı, şerefi yücedir ve O, yerlerde sürünmeye asla layık değildir. Hatta bazı alimlerimiz kitapları
nda “Allah Celle Celalüh” demeleri gerektiği zaman bunu kısaltma ile “Allah (cc)” şeklinde yazmayı dahi sü-
i edeb olarak addetmişler ve ciltler dolusu eserlerinde üşenmeden binlerce defa uzun uzun “Allah Celle Celalüh” şeklinde yazmışlardır.
O’nun hakimiyetinden, mülkünden, saltanatından, kudretinden daha üstün kimse olamaz. En büyük, en
yüce, en zengin ve en üstün ancak ve ancak O’dur. O’nun mülkünün sonu ve sınırı yoktur. O’nun hakimiyet alanı dışında bir zaman ve mekan yoktur.


“VE CELLE SENAÜKE” : Ve senin anılışın, şanın çok yücedir.
Sadece cenaze namazında okuduğumuz bu cümlenin başındaki “Celle“ kelimesi “Celle celalüh” ifadesinin başında geçen kelimenin aynısıdır. Yüksek, yüce olmak, değerli, şerefli, aziz olmak demektir. “Senaü” kelimesi de yine günlük hayatta kullandığımız “Hamdü sena, medhü sena” ifadelerinde geçen kelimedir. Allahu Teala’nın anılışı, yadedilişi, övülüşü demektir. Yani bu kelimeler bize yabancı, uzak kelimeler değildir. İki kelimeyi yan yana getirip de “ve celle senaük” dediğimiz zaman; “Ya rabbi senin adın, san
ın, anılışın, medhin, namın çok yüksektir. Yerlerde, göklerde, denizlerde, dağlarda, fezada, bu alemde, öbür alemde… herkes, her şey seni anar, seni zikreder. Sadece camide, tekkede, dergahta dervişler, müridler değil, sadece insanlar, melekler, cinler de değil; dağlar, taşlar, okyanuslar, balıklar, gezegenler… hepsi seni senaa ederler, seni anarlar, sana secde ederler. İşte bunun en güzel delili bir secde ayeti olan Hacc Suresi 18. ayette Cenab-ı Hakk şöyle buyurur:

Görmedin mi ki göklerde olan herkes, yerde olan herkes, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların çoğu… hep Allah’a secde ediyorlar.”

Hacc Suresi 18. ayet (Secde ayeti! Unutmayin decde edilmeli)
Evet yerde ve gökte canlı-cansız her şey Allah’ı anarken, bir taraftan da ezan saatlerinin yeryüzündeki coğrafi şartlara göre bölge bölge günün her saatine yayılması dolayısıyla 4 mevsim-365 gün-24 saat fasılasız olarak O’nun büyüklüğü, ekber oluşu, tek mabud oluşu tüm dünya ufuklarına ilan edilir.

“VE LAİLAHE ĞAYRUKE”
: Ve senden başka ilah yoktur.
Bu cümle bizim kelime-i tevhid olarak bildiğimiz “Lailahe illallah” ifadesinin bir başka söyleniş şeklidir. “İlah” kendisine tapılan, ibadet edilen, sığınılan, Allah olmaya yakışan demektir. “Ve lailahe ğayruk” demekle biz senden başka bütün ilahları, mabudları, putları, tağutları reddediyor, onların üzerine kırmızı kalem çekiyor ve Fatiha Suresi’nde
“iyyake na’büdü”
ayetinde geçtiği üzere yalnız seni tanıyor, yalnız sana tapıyoruz, diyoruz.  Namazın hemen başında bu ifadeyi telaffuz etmekle tevhid inancının esasını, işin özünü, en önemli noktasını ikrar etmiş oluyoruz ve tabiri caizse tüm putları, ilahları redderek sadece Allah’ı tanıdığımızı ilan ederek O’nun huzuruna çıkmaya kendimizi hazırlamış oluyoruz.
Sübhaneke’deki bir özellik:
Dikkat ederseniz Sübhaneke duasınde “sübhaneke, vebihamdike, vetebareke, ismüke, ceddüke, senaüke, ğayruke “ şeklinde her cümlenin sonu “ke” zamiri ile bitmektedir. Bu ise “sen, senin” demektir. Buradaki
incelik nedir? Bir müslüman Allahuekber deyip namaza başladığı anda Sübhaneke ile birlikte direk Rabbi ile konuşmaya, ona hitab etmeye başlıyor, hem de gayet samimi ifadelerle “sen, senin…”diyerek, tabiri caizse “senli-benli” konuşmaya başlıyor. Bu da, bu duanın kul ile Rabbi arasında birden bire ne kadar sıcak ve samimi bir bağ, bir dostluk kuruverdiğini gösteriyor.

Hazırlayan: Tahir Eğerci

Hiç yorum yok:

Zevk için minareleri yıkıyorlar.