Cumartesi, Nisan 26, 2008

Ìkinci Cahiliyeden Çıkış

Sayı 37 Ìkinci Cahiliyeden Çıkış

Bütün hamdler yalnızca Allah'a mahsustur. O'nu över ve yalnızca O'ndan yardım dileriz. Sâlat ve selâm tevhid öğreticimiz Muhammed'in, O'nun ehli beytinin ve seçkin sahabilerinin üzerine olsun!

Dünya bugün bütün yoğunluğuyla ikinci cahiliye dönemini yaşamakta. Birinci cahiliye döneminden çok daha sistemli, çok daha donanımlı bir cahiliye dönemi bu. Lobiciliğini hakim güçlerin yaptığı, amansız savunucuları ve muazzam bir maddi gücü bulunan bu ikinci cahiliye döneminin şeytanın bilim (!) ve teknoloji (!) ve maddi gücü öne geçmiş kanaat önderleri var.

Bunların hedefi insanlığı bütün mukaddesatlardan uzaklaştırarak insanları; dinsiz, kutsalsız, maneviyatsız, maddeperest zevkperest ve sefil yaratıklar haline getirmektedir. Böylelikle kendilerine daimi kul köle edinmek ve beleşten efendilik sefası sürmek...!
Ama onların değişmez prensibi olduğu üzere, bu kişiliksizleştirici, kimliksizleştirici, dinsizleştirici ameliyelerini kamufle etmek için örtülü ifadeye başvurdular ve bu korkunç cinayete "çağdaşlaştırma misyonu" dediler.
Ve ne vahimdir ki şuursuz yığınlar yaprağın kendisini rüzgara teslim edişi gibi, kendini bu şeytani bilim uzmanlarına teslim etmiş durumda.
Kalabalıkların yaşam tarzlarını, değer ölçülerini, kılık kıyafetlerini tamamen onlar belirlemekte.
Onlar, kendi hedeflerine ulaşmak için en etkin silah olarak insanların genelde cazibesine ve cilvesine dayanamadığı şu iki şeyi kullanır:

Tüketim çılgınlığı ve kadın teni.

Ve kalabalığa süslü reklamla amaçlarının daha fazla para, yüksek bir kariyer, sınır tanımayan bir cinsellik ve çılgın bir eğlence olduğunu telkin ederler. Yayım ve yayınlarını tamamen buna hasretmiş durumdalar. Hazırlanan her TV programı insanların "medeni cesaretini (bilinçsizliğini)" daha da artırmakta ve yayımladıkları her kitap ve dergilerle insanların kafalarındaki "saçma sapan tabuları (onlara göre)" yıkmaktadır. Güya: insanlar uygarlaşmaktalar....!
Şuursuz yığınlar, namuslarını bunlara teslim etmiş ve ken­disini salıvermiş durumda; gün geçmiyor ki, kadının bedenini, cazibesini teşhir eden yeni bir elbise modası çıkmasın.

Yeni nesil hiçbir dini kaygıyı, kültürel sorumluluğu, ananeyi dikkati nazara almaksızın, kendisine moda diye gösterilen bu bedeni teşhir edici, ayartıcı, iç gıcıklayıcı elbiseleri pervasızca giymektedir.
Sokaklar, caddeler buram buram şehvet kokmakta. Manzaralar, görüntüler tamamen şehvaniliği ön plana çıkarmakta. Caddelerde modern çağın suratındaki ergenlik sivilceleri gibi sonradan türemiş acayip kılıklı oğlanlar, açık-saçık kızlar dolaşmakta. Ve bütün bu yozlaşmaya rağmen yığınlar onların

"Biz yalnızca ıslah edicileriz." (2 Bakara/10)
şeklindeki kadim yalanlarını, ezeli bir hakikat gibi algılamakta.

Bu, tablonun büyük bir bölümü, tablonun bir de küçük, mahzun, muzdarip bir bölümü var. Bu bölümü, muvahhid ve mütedeyyin müminler oluşturmakta.
Onlar iç alemlerinde yaman bir çatışma, çetin bir mücadele yaşamaktalar; bir tarafta tek değer ölçüsü haline gelmiş ve elde edilmesi büyük tavizler isteyen para, kariyer, statü; ayartıcı, yoldan çıkartıcı şöhret ve şehvetiyle aldatıcı bir dünya; diğer tarafta insanı masumiyete, arınmışlığa, azgın ihtirasların pençesinden kurtulmaya davet eden yâkınî iman...

Ve onlar tercihlerini imandan yana kullanmışlar; ama çağdaşlaştırma misyonunu yüklen­miş kişiler tarafından önlerine çıkarılan bin bir engelden dolayı ızdırap çekmekteler, Dindaşlarının çözülüşleri, izzeti Allah'ın gay-rısında arayışları onlara ızdırap vermekte...

Evet! Yaşadığımız acılı, açgöz dünyanın realitesi bu. Ve biz şehvaniliğin, maddeperstliğin doruğa ulaştığı, vefası ve bekası olmayan dünyada ilmine ve ihlasına güvendiğimiz kanaat önderlerine müştakız; öyle kanaat önderleri ki bizi, üzerimize çöreklenmiş tembellikten, yılgınlıktan, umursamazlıktan
kurtaracak ve imanımızı, maneviyatımızı, ruhumuzu ihya eden müşfik bir annenin sesiyle aynı yoğunlukta hem ikaz hem de şefkat taşıyan bir sesle bize şöyle seslenecek:

"Haydi, hep beraber tekrar iman edelim."

Hayatın çirkefe battığı, müslümanca yaşamanın zorlaştığı bu meşum asırda bu kutsi seslere öylesine muhtacı ki....!
Ey hayatın hay huyuna boğulmuş, ayrıntısında kaybolmuş insan!
Biraz dur ve düşün...
Kimsin sen?
Bu sürükleniş nereye?
Kalıcı mısın, geçici mi?
Eğer geçici isen varacağın nokta neresidir?
Cennet mi, Cehennem mi?

Gerçek şu ki, inançsız bir yaşam, aldatıcı bir serap gibidir;

"Susuzluktan kavrulan, onu su sanır. Büyük bir iştiyakla ona yönelip yanına vardığında onun hiçbir şey olmadığını, yalnızca aldatıcı bir serap olduğunu görür." (24 Nur/39)
"Gel, terar iman edelim. Muhakkak ki kalbin iç fısıltıları ve temayülleri, fokurdayan bir tencerenin suyundan daha çalkantılı, daha değişkendir."
Bize yaraşan hele gurbetin bizi çepeçevre kuşattığı, ilim ehlinin, ilimden başka akrabalık bağının kalmadığı böylesine meş'um bir çağda kendimizi ve etrafımızdaki insanları, "Otur, hep beraber tekrar iman edelim." diyerek dinimiz hakkındaki bilgimizi artırmaya, Allah'ın ve insanların üzerimizde bulunan haklarını vermeye davet etmemizdir.
Ve bu davete icabet ettiğimizde de her birimizin haleti ruhiyesinin, "Ya Rabb! Her şeyi bir kenara itip alelacele sana koştum ki, benden razı olasın." diye haykırmasıdır.

İtiraf edelim ki dünya, damarlarımızdaki kanın akışı gibi bizi çepeçevre kuşatmış; sevgisi kalbimizin en derin köşelerine sinmiş durumdadır. Öyle ki, ahiretimizi fani bir dünya meta'ına, ödünç alınıp başkalarına terk edilecek bir mala, vefası ve bekası olmayan bir dünyaya karşılık sattık. Halbuki dünya, gün geçtikçe bizden uzaklaşmakta ve ahiret adım adım yaklaşmakta bize.

Elbette ki, her iki tarafında erleri vardır.

Sen ey Allah'ın kulu! Sen ahiretin erlerinden ol...
Bırak dünya ehlini... Aldanıp dursun o, bu aldatıcı serapla...
Sana, dünyaya tutkun, dünya sevgisine mağlup bir insan gelip senden nasihat istedi mi, ona: "Haydi, hep beraber tekrar iman edelim" de ve kesinlikle erinme. Onu savsaklamaktan, ötelemekten, özellikle de ondan yüz çevir­mekten sakın. Zira, eminim ki, Yüce Allah'ın Abdullah b. Ummi Mektum'dan yüz çevirip onunla ilgilenmedi diye, Resul'ünü şu ayet-i kerime ile nasıl sert bir şekilde ikaz ettiğinden haberdarsındır:

"O, ama kendisine geldi diye suratını astı ve ondan yüz çevirdi.
Nereden biliyorsun, belki de o, (senden duyduklarıyla) nefsini günahlardan arındıracak ya da (en azından) ibretler alıp onlardan faydalanacaktı." (80 Abese/1-4)

Bu tür bir taleple karşılaşan mü'min kardeşim! Böyle anlarda sana yakışan, bu anı fırsat telakki edip değerlendirmen..
Emri bil'maruf ve insanlara iyilik yapma sevgisi, müslümanın kalbinde damarlarındaki akan kan gibi daima faal, daima canlı ve taze olmalıdır.
Onlar bulundukları cemiyete dilleriyle ve
tutumlarıyla daima, Fir'avun'un ailesinde büyüyen mümin kişinin kavmine yaptığı nasihatla: Hz. Musa gibidirler

Kaderin size neler hazırladığını bilemezsiniz.

Belki de arkadaşınızı çağırıp iman ettiğiniz an, sizin ya da muhatabınızın ölüm anınızdır.
Resulullah (s.a.v) "Her insan, haşir meydanına, ölüm anında uğraşmakta olduğu işle uğraşır bir halde diriltilip getirilecektir" buyurmuştur.
Bu durumda siz, Rabbinizin huzuruna salih bir amelle meşgul iken çıkacaksınız. Peygamber Efendimizden veraseten almış olduğunuz tebliğ misyonunu, ehline tevdi edilmesi gereken emaneti, ümmete nasihat etme vecibesini hakkıyla ifa etmiş olduğunuzu kanıtlamış olacaksınız.


Belki de bu tebliğ anınız, duaların mutlak surette kabul edildiği bir ana rast gelecek.
İyiliği öğreten, ona rehberlik eden kişiye, o iyiliği yapmış gibi sevap vardır. Allah'a yemin olsun ki, Allah'ın sizi tek bir insanın hidayetine vesile kılması, sizin için kızıl develerden (tonlarca altından) çok daha hayırlıdır. Sizin, peygamberlerin misyonunu yüklenip onların öğretilerini tebliğ etmeniz fazilet olarak size yetmez mi?

"İşte bu peygamberler, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerdir.
Bu yüzden sende onların bu doğru yoluna uy." (6 En'am/90)

Yükümlü bulunduğun hakları, ihmal etme; bu tür anları değerlendir ve ahiretin için dünyandan cimrilik yapma. Ve şu düşünceyi bilinç altına yerleştir: Yaşadığımız bu yerkürede Allah'a isyan değil, ibadet edilmeli ve iradeler ona râm olunmalıdır. Allah, daima anılmalı ve unutulmamalı, O'na nankörlük değil, şükredilmelidir.

Eğer sen, bu yerkürede Allah'a itaat edilmesini ve itaatkâr müminlerin sayısının artmasını samimi bir kalple istiyor isen, makaslarla vücudundan parçalar koparılsa, testerelerle bedenin baştan başa kesilse bile aldırma... Tebliğ yolunda sabit kadem devam et ve vaktin gece veya gündüz olması seni o kadar ilgilendirmesin.

Eğer bir gün nefsi ve şeytani iç fısıltılar, göğsünde iz bırakan bir tereddüde neden olursa, Hz. Nuh'u anımsa. Onun hakkı söyleme, ilahi mesajı tebliğ etme uğruna maruz kaldığı hakaretleri, örselenmeleri, hüzünleri hatırla.
O, bir üsvei hasenedir senin için.

Göklerdekilerin ve yerdekilerin hepsi Allah'ındır. İçinizdekini açığa vursanız da gizli tutsanız da Allah sizi onun yüzünden hesaba çeker. Sonra dilediğini affeder ve dilediğini azaba çarptırır. Hiç şüphesiz Allah'ın herşeye gücü yeter. Bakara Suresi :284

Ve daha sonrada Şu duäyı okuyalım:
- Peygamber kendisine Rabbi tarafından indirilen gerçeklere inandı, müminler de. Hepsi birlikte Allah'a, O'nun meleklerine, O'nun kitaplarına ve O'nun peygamberlerine inandılar. `Onun peygamberlerinden hiçbirini diğerlerinden ayırmayız. Duyduk ve uyduk. Günahlarımızı bağışlamanı dileriz, ey Rabbimiz, dönüşümüz sanadır' dediler."
- Allah hiç kimseye kapasitesini aşacak bir yükümlülük yüklemez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına ve işlediği kötülük de kendi zararınadır. Bakara Suresi : 285-286
Bizler beklentileri büyük, himmetleri alîî insanlar olmak durumundayız…!
Dini bilgi ve yaşayış düzeyimizi yükseltmeliyiz.
Fani hazlar, ödünç verilmiş geçici mal ve kalıcı olmadığı gibi, vefalı olmayan iğreti bir dünyaya da aldanmamalıyız.
İslam boyasıyla boyanmalı ve imanın verdiği canla dirilmeliyiz:
"De ki, benim namazım ve ibadetlerim,, yaşamım ve ölü­müm elbette ki alemlerin Rabbi içindir. O'nun hiçbir ortağı yoktur.
Ben bütün ibadetlerimi yalnızca Allah için yapmakla emrolundum ve müslümanların ilkiyim." (6 En'am/162, 163).
Madem durum bu, öyleyse haydi! İslami hükümleri öğrenelim öğretelim ki, dinimiz ve davamız konusunda bilinçli olalım. Haydi, iç dünyamızda ümitle korkuyu iç içe yaşayalım. Talepte bulunurken ısrarlı olalım. Faydalı ilimleri salih amelle süsleyelim. Ve ilimde, amelde, Allah'a çağrıda her zaman daha önemliyi, önemliden öne alalım ve insanlarla onların kavrayış kapasitesine göre konuşalım.
İnsanların dünyasını, Allah'ın diniyle imar edelim.
Bütün bunları yapalım ki, biz ve onlar beraber güven içinde güven dolu eve (ahirete) göçelim.
Haydi! Hep beraber tekrar iman edelim.
Zira kalp, kaynayan kazanın suyundan daha değişken, daha yalpalıdır.
Ve bizim duamızın sonu şöyledir.
Hamd, alemlerin Rabbi olan Allah'a mahsustur.

Kaynak : Gelin Bir Saat Ìman Edelim (Seri:2)
Yazar : Said Abdulazim Tercüme : Muhammet Ateş
Hazırlayan : Tahir Eğerci


Hiç yorum yok:

Zevk için minareleri yıkıyorlar.