Cumartesi, Nisan 26, 2008

Stres ve Tedavisi

Sayi 36 STRES ve Tedavisi

Doğru teşist Doğru Tedavi!

Günümüz toplumunda bedene ait olmayan fakat, giderek fertleri çepeçevre kuşatan manevi bir hastalıkla karşı karşıya bulunmaktayız.
Sıkıntı, (STRES) bu hastalığın ferdin bünyesinde ortaya koyduğu «karmaşık yapı­yı» ifade etmek için kullanılır.
Yâni hastalığın esas sebebi bilinmez de, belirtisinden söz edilir.
Sıkıntı, psikologlar tarafından da mahiyeti tam ifade edilememiştir. Sadece, her psikolog sıkıntıdan ne anladığını söylemekle yetinmiştir. Buna göre, sıkıntının tam bir açıklaması yapılmamıştır. Sıkıntılı fertlerin, hayata ve topluma karşı ümit ve yakınlıklarının azaldığı, karamsar bir ruh haline girdikleri zaman görülmüştür.

Belirtileriyle anlaşıldığı kadarıyla sıkıntı, vücuttaki bir arızadan ileri gelmemektedir.

O, tamamen Ferdin ruh dünyasındaki bir düzensizliğin veya dengesizliğin neticesi karşı karşıya geldigi «psikolojik çıkmazı»dır. Çünkü, sıkıntıya düşen insanların genellikle maddi problemlerini halletmiş kesimlerde olduğunu görüyoruz.

Buradan şöyle bir netice çıkarmak mümkündür:
Bedeni veya maddi problemlerin bizzat kendileri sıkıntıya sebep olmazlar. Onların insan ruhunda bıraktığı tesirler, sıkıntı dediğimiz psikolojik ortamı hazırlar... Bir diğer ifadeyle, maddi ihtiyaçların eksikliği sıkıntıya her zaman sebep olmadığı gibi, bazan maddi imkânların bolluğu da sıkıntıyı ortaya çıkarabilir.

Ortaya şöyle bir manzara çıkmaktadır: Bir taraftan insanın kendisi, diğer tarafta insan ihtiyaçları. Bu ihtiyaçlar, bir yanıyla maddi; diğer yönüyle manevidir. Esas problem, insanın ihtiyaçlarını yerinde ve dengeli bir biçimde karşılamaktır. İhtiyaçların yerinde karşılanmasından şunu kasdediyoruz : Karnı aç olan insanı, güzel nasihatlarla doyuramazsınız. Çünkü onun gerçek ihtiyacı, organizmasının işler hale gelmesi için gerekli gıdanın karşılanmasıdır.

Öte yanda, ruhu ızdırap içinde kıvranan, gönlü katılaşmış kimseye;
bedeni ve cinsi arzularını tatmin etmesini tavsiye edemezsiniz.
Çünkü, cinsi arzu büyük ölçüde bedeni bir ihtiyacın karşılanmasıdır.
(Ruha dönük yönü ise, o arzunun eksikliğinden dolayı cinsiyet arzusunun
tamininden başka bir şey değildir.)
Sözünü ettiğimiz her iki durumda da, ihtiyacın «yerinde karşılanması» meselesi sözkonusudur.

İhtiyacın dengeli bir biçimde karşılan ması meselesine gelince :
İnsanın ne tamamen bedeni arzulardan ibaret görülmesi, ne de sadece ruhi ihtiyaçlarından ibaret zannedilmesidir.
İnsan denilen varlık, bir yanıyla manevi, diğer yanıyla maddi ve bedeni bir varlıktır.

İşte, kanaatimizce sıkıntıların gerçek sebebi, bu dengenin çoğu zaman kurulamaması veya insan davranışlarını yönlendirmede önsıra'nın ruhi faktörler yerine, bedeni faktörlere verilmesidir.

Halbuki, ciddi bir müşahade, hayatta varlıklar içerisinde insan kadar ruhi yönü kuvvetli başka bir varlık olmadığını ortaya koyar.
İnsan bu ruhi yönün yanı sıra akıl cevheriyle de bezenmiştir
Hayvanlar ise, çoğunlukla maddi ve cinsi sevke tabiler içerisinde, oldukça basit ihtiyaçlarla çevrili bir hayat ortamına sahiptirler.

Peki bu düzen ve denge nasıl sağlana çaktır?

Meseleyi, kendi düşüncemizde olmayan bir insana anlatır gibi, çevreden merkeze doğru anlatmaya çalışalım:
İnsan kendi kendine hiçbir zaman yetmez.
Başkalarının tecrübesine ve yol göstericiliğine muhtaçtır.
Yemesi, içmesi, eşyaya karşı tutumu, hayat hadiselerine bakışı v.s. buna benzer birsürü meseleyi nasıl çözecektir.

İnsanın mutlak surette bir hayat programına ihtiyacı var!
Meselâ, midesinden rahatsız olan bir kimse mutlak surette midenin özelliklerini bilen bir doktorun pehriz reçetesini kullanmak ihtiyacındadır. Çünkü, hastalık denilen hadise vücudun dengesinin bozulmasından başka birşey değildir.

Bütün çabalar, vücutaki dengenin yeniden sağlanmasıdır.
İkinci bir misâl de, günlük yaşantısında problemler içine düşen veya çevresinden, arkadaşlarından sıkılan birinin ruh dengesinin bozulması halinde ne yapacağıdır.
Bu şahıs, her ne kadar bir psikiyatriste gitsede, hastalığının ancak belirtilerine yani görülen arızalarına bir çare bulabilir. Hastalığının gerçek sebebine çare bulamaz
Bu durumda yapılacak tek şey : Ruhu elinde bulunduran kudretin, (Allah c.c) insan için koyduğu hayat programını uygulamak..!

Hayatın görünen yanıyla görünmeyen kısmı hakkında ortaya konan Allah'ın programını yaşayışa tatbik etmek suretiyle, ruhi hastalıkları ilâhi reçeıe ile tedavi etmeye çalışmak...

Yani ilahi naslara sarılmak.

Günümüz maddi hayatında, manevi değerlerin mahkûm olması sebebiyle;
insanların ruh dünyalarına nüfuz edilemediği bir gerçektir.
Sıkıntının gerçek sebebi, insanda tabii olarak var olan ruhi fonksiyonun atıl (önemsiz) kalması ve dolayısıyle yaşayışta bir dengesizliğin başgöstermesidir.

Hayatımızda bizim belki de farkında olmadığımız fakat gerçekte var olan bu den­gesizlik belirtilerinden birkac tanesini ele almak faydalı olacaktır.
Çünkü biz onların farkına varmakta güçlük çekebiliriz.
Kendimize olan güvenimiz veya hasta mizacımız. gerçekte hoş olmıyan bu davranış bozukluklarına mazeret arayıp, onları bize güzel gösterebilir.

İşte bunlardan biri, insanın kendini hep haklı çıkarmak istemesidir.

İnsanoğlu, devamlı kendi açısından meselelere bakma alışkanlığı içerisindedir. Bunun için de çoğu zaman, hadiselerin tek yönünü görür veya idrak eder. İşte bu eksik idrak edişten de, çeşitli hatalar ve yanlış anlamalar meydana gelmektedir.
Belki de insanın en büyük zaafı bu.. Meseleleri çok yönlü düşünmemek ve karşısındakinin de haklı olabileceği ihtimâlini gözden uzak tutmak...

Şüphesiz, insan kendine güven duygusu taşımalıdır. Kendine güvenme duygusu, birçok müsbet (olumlu) gelişmelerin ortaya çıkmasına imkân veren bir hareket noktası durumundadır. Ama bu güven, birçok hakikatlerin görülmesine engel olan sun'i bir perde durumuna gelmemeli. Yâni insan, boş bir vehim veya kuru bir hayâl üzerine binalar kurmaya kalkışmamalıdır.

Böyle bir tavır, ister fikri, ister iktisadi veya sosyal münasebetler konusunda olsun; aynıdır.
Bu tür alışkanlıklar, karşıdakileri rahatsız ettiği gibi; o kimsenin de kısa bir zaman sonra yapayalnız kalmasına sebep olabilir.


Üstelik bu tavır, öyle bir noktaya gelebilir ki, etraftaki herşeye karşı menfi bir duygu beslemeye kadar gider...
Elbette ki bu duygulara sahip insan, kendini çevreden tecrid edip «iç alem» inde realitenin ötesinde yapma bir dünya kurmayı bile deneyebilir.

Ferdin huyu, içinde yaşadığı çevrenin ona verdiği bilgi ve tecrübelerle şekillenmektedir.
Aile ve sosyal çevre, ferdin doğuştan getirdiği özelliklerin üzerine kendi bilgilerini ekler.
Ferdi şahsiyetin meydana gelmesinde bu bilgilerin, insan varlığının ruhi yönüne tesir edip edememesi çok önemlidir.

Çünkü, karakterin teşekkülünde en önemli faktör; ruh terbiyesinin gerçekleşmesi meselesidir. Bunu sağlayamayıp, ferdi objektif bilgilerle zenginleştirmekle yetindiğimizde; onun müsbet (pozitift) kararlar alması için gerekli eğitimi yaptırmış sayılmayız. Günümüzde çok zeki ve bilgili insanların, gerek sosyal ve gerekse
iktisadi ve teknik faaliyetlerde, toplumun dejenere edilmesinde önemli yenilik (!) ler getirdiklerine şahid oluyoruz.

Demek ki, önemli olan, bilgileri çoğaltmak yerine: bir «.hayat anlayışını» empoze etmektir. Buna, bir manâda dünya görüşünü öğretmek de diyebiliriz.

Hak mefhumunun (gerçek adaletin) hayata yerleşmesi, İslâm dininin en fazla önem verdiği hususlardandır. Bu yüzden adalet, hakkı sahibine vermek
olarak ifade edilmiştir. Zulüm ise, hak sahibine hakkı vermemektir. Dolayısıyle, hak mefhumunun sınırı çok geniştir.

Kendini haklı görme hususu, İslâmî literatürde çok önemli bir hadise değildir.
Çünkü önemli olan, bir kimsenin üstünlüğünün ortaya çıkması değil, kalplerin birbirine darılması yerine, kaynaşmasıdır.

Bir de meselenin bir başka yönü var.
O da Allah'ın rızasının kazanılması...

Yâni mesele, öyle tek boyutlu bir şey değil.
Bir tarafta insanın bize karşı tutumunun, bizde uyandıracağı insani tesir; öte yanda, davranışımızın İslâm nezdinde bulacağı yer...


Evet, işte değişik dünya görüşlerinin meseleye bakışı.. Bir tarafta kendi dar perspektifinden hadiseye bakan birinin, otomatikleşmiş ve sonucunu hesabetmekten uzak tavrı... Diğer yanda, hadiseyi önü-arkası, hâli ve geleceği ve ferdi-ilâhi
cephesi ile düşünme mükellefiyeti...
Tabii, birbirinden çok farklı bakış açıları görülmektedir.

Demek ki, insanın sosyal münasebetlerindeki tavırları, kendi dünya görüşün izlerini taşımakta. Daha ötesi, ferdi, psikolojik âleminde bile tesiri altında tutup, kararlarına yön verebilmekte... İşte, her hadise gibi ferdin «kendini haklı görmesi» hadisesinde de bu önemli gerçeği kavramak durumundayız.
Kişinin kendini haklı görmesi, iç dünyasında meydana gelen ve onu çoğu zaman bencilce düşünmeye sevkeden bir duygu olarak görülür. Bir ferdin kendini haklı görmesi ve bunu devamlı istemesi halinde, diğer insanlarla olan davranışında bazı problemler ortaya çıkacaktır.
Böyle bir durumda sos­yal münasebetler zayıflayacak ve toplum dayanışması azalacaktır.

Davranışların dengesizce gelişmesinin bir başka ortaya çıkış şekli de vardır. O da kişinin kendini tatmin edecek yanlış hedefler seçmesidir.
Bu durum, aynı zamanda bir şaşkınlığın belirtisidir.
Ferdin kendisini kaybedecek derecede eğlenceye dalması, sözünü ettiğimiz dengesizliğin belirtilerini taşımaktadır.

Günümüz insanlarının en büyük problemi, «manevi gıdalar» dan yoksun olması ve ruhun ihtiyaç duyduğu «ibadet» gibi manevi bir terbiye aracının eksikliğidir. İşte bu eksikliktir ki, insanın ruhunu sükuna erdiremiyor.
Bu ruh, hiç bir «şekli ve maddi faaliyetle» tatmin olacak bir yapıda değildir.
Onun için eğlenme ve neşe, normal bir seviyede kalmayıp anormal hâli olan «çılgınlık noktası» na geliveriyor. Tatmin olmayan bir ruhun en tipik özelliği, duyguların «keskinliği» ile belli olmaktadır.
Üzüntü mü; en korkunç şekliyle gerçekleşir.
Sevinç mi, oda en aşırı bir halde ortaya çikar..!
Biz dîn ve psikoloji ilminin verileri içerisinde meseleyi tahlil ettiğimizde, ortaya korkunç bir hadise çıkıveriyor.
Bu hadise; insana madde ve ruh gerçeği çerçevesinden bakan İslâm düşüncesinin sistemli bir biçimde gündemden kaldırılmak istenmiş olmasıdır.

Sanki, sosyal ve psikolojik problemlerimizin halledilmemesi uğruna,
İslâm'ın prensiplerinden istifade etmeme gibi «peşin bir şartlanma» içine girilmiş. Son derece «çağ dışı bir olay» bu... Üstelik, taassubun da en katısı...
Bugün Hristiyan bir batılı veya başka bir dine mensup bir araştırıcı, İslâm'ın psikol­jik ve sosyal hayata dönük prensiblerine tesadüf ettiği anda; ondan istifade etmeyi
düşünmektedir. Halbuki biz, kendimize ait olan bu prensipleri, tecrübe etmek tarafsızlığına ve olgunluğuna bile erişmiş değiliz. Bu kadar yobazlığa da pes doğrusu...
Dogmatik düşünce, bunun gibi kendini her türlü fikir ve prensiplere kapamak demektir.
Çılgınlık psikolojisi, insanın bunalımdan çıkış yolu aramasından başka bir şey değil­dir. Çaresiz insanın yegane tavrı, kendini
kaybetmesi demek olan «çılgınlık»tır. Bizim anlayışımıza göre, bu durum: insanın kendi nefsine zulmetmesinden başka birşey değildir.

Acaba kendini kaybeden, düşüncelerinden uzaklaşan insanın durumu nedir?..
Bu hâli, bir esrarkeşin tavrından ayırmak mümkün değildir. Esrarkeş, normal hayattan zevk alamayıp, çareyi esrar dumanları arasındaki «hayâli dünya»da arayan insandır. Bu dünya, ancak esrar içildiği zaman yaşanan bir hadisedir. Esrar bittiği andan itibaren, gerçek dünya ile yüzyüze gelen esrarkeş; bir öncekinden daha mahzundur. Aynı hadise, çılgınca dans edip kendi reel (hakiki) dünyasını unutmak isteyen insanda da görülür. Çılgınca bir eğlence ve kendini gerçeklerden soyutlama... Ama, nereye kadar?.. Bu çılgınlık anı bitinceye kadar. Daha sonra... Tekrar o mutsuz hayata dönüş. Ve arkasından, bir öncekinden daha şiddetli bir sıkıntı... Etrafa ise, kupkuru bir telkin: «Sıkıntıdan arınmak için, çılgınca eğlenin, dans edin...Ondan bun dan deneyin,Konser, sinama,fulbol fanatikliği, şanz oyunları ve daha saymakla bitmeyen hayvani duyguların tatmini için zaman,beden enerji sağlık ve maddiat harcamak » Biraz gerçekçi olalım!..

Bunalıma giden toplumun rahatsızlık belirtileri çok yönlü olarak kendini hissettirmektedir.
Bu ruhi rahatsızlıkların bir bölümü ferdi içten içe kemiren bir ur (mikrop,virus) gibi rahatsızlık verirken diğerleri çevrede hoş olmayan etkiler meydana getirerek başkalarını rahatsız eder.
Bir üçüncü türde olanı ise, toplumun büyük bir bölümüne yayılma istidadı göstererek cemiyetin huzurunu ve normal işleyişini engeller. Anarşi,Terör işte hastalıklı insan tiplerinin çoğaldığı bir cemiyette görülen kargaşayı ifade eder..!

Öyleyse: Dünyanın, ülkelerin, ailerin ve ferdlerin bedensel Ruhi tüm sıkıntılarına
(STRES ve Depresyonlarına) çözüm: Ìlahi kurallar içerisinde hayat tarzı benimsemektir...

Kaynak : Soyal Değişme ve Bunalım (Adil Doğru )
Hazırlayan :Tahir Eğerci


Hiç yorum yok:

Zevk için minareleri yıkıyorlar.