Cuma, Mart 11, 2011
Azgın israf seli ve can simidi Sayi 49
Azgın israf seli ve
can simidi Sayi 49
Hepimiz tüketim ve israf selinin girdabına kapılmışız. Sanki israfla kuşatılmışız. Zaman israfı zamanımızı, su israfı suyumuzu, para israfı paramızı, insan israfı insanımızı, kaynak israfı kaynaklarımızı yok ediyor.
İsraf her yerde karşımıza çıkıyor ve geleceğimizi tehdit ediyor: Düğünlerde, yatılı okullarda, lokanta larda, evlerde, hastanelerde, kışlalarda, iş yerlerinde... Tiryaki sigaraya yılda ortalama 18 milyar ödüyor. Alkol, uyuşturucu ve kumara ödenen paralar bu rakama dahil değildir. Hâlâ evlerin yüzde 90'ı yüzde 50 daha fazla enerji tüketiyor. Bunun Türkiye'ye fazladan 8 milyar lira ek yük getirdiği hesaplanıyor. Türkiye"nin enerji, tarım, ekmek, su ve ilaç gibi en temel alanlarda yaptığı israf araştırıldı. Ortaya çıkan tablo vahim: Millî gelirimizin 8'de birini, yani yaklaşık 100 milyar doları göz göre göre çöpe atıyoruz. İsraf edilen suyun malî boyutunun yaklaşık 2.7 milyar TL olduğu tahmin ediliyor. Bu sadece Türkiye'de yapılan israflar. Bir de dünyanın diğer ülkelerinde yapılan israfları düşünün.
Tükenmek bilmeyen hırslara kapılan insanoğlu hem kendi dünyasının, hem toplum hayatının, hem de kâinatın dengesini bozdu. Küresel israf küresel felâketlere yol açtı. Hırs ve israfla her şey kirlendi. Önce israf günahıyla ruhlar kirlendi, sonra günah israfıyla hava, su, çevre... Daha çok kazanma, daha çok harcama, tüketme hırsı, maalesef korkunç ve önü alınamaz bir israf selinin önündeki bütün manevî bentleri yıktı şimdi bu sel içinde sürüklenen kütükler gibiyiz.
Günümüzün tüketim anlayışı insanın değerini yaptığı harcamayla eşitledi. Maalesef nice zamandır, “Oturduğun ev kadar, bindiğin araba kadar, sürekli gittiğin lokanta kadar, harcadığın para kadar değerlisin.” anlayışı insanlara hâkim oldu.
Evrenin bu akıllı canavarı ne yaptı etti, ozon tabakasını deldi. Kimyasal atıklarla su kaynaklarını kirletti, nükleer silah denemeleriyle, savaşlarla, çevreyi tahrip etti. Yaşlı dünyamız, evrenin yaramaz çocuğunun bunca tahribatına, israfına, artık dayanamıyor. Yeryüzünün yaklaşık altı milyar misafirinin tek tek “Bir şey olmaz.” diyerek yaptığı israflarının toplamındaki dehşetli sonuca artık dayanamıyor.
Dünya, hâl diliyle S.O.S veriyor. “İmdat!” diyor. İnsanlık her konuda olduğu gibi bu konuda da hakikati arıyor. Toplantı üzerine toplantı düzenliyor. Bir çıkış yolu bulmak istiyor.
Bu gidişe kâinatın sahibi ne diyor? “Ey Adem- oğulları! Her mescide gidişinizde güzel giysilerinizi giyin ve yiyin, için, fakat israf etmeyin, Çünkü Allah israf edenleri sevmez.” (Araf: 31)
“Akrabaya, yoksula ve yolda kalmışa hakkını ver. Bununla beraber malını saçıp savurma.” (İsra)“Çünkü (malını) saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür.” ( İsra, 26-29) “Ve onlar ki, harcadıklarında ne israf ne de cimrilik ederler; ikisi arasında orta bir yol tutarlar.” (Furkan, 67.)
Bu konuda bakın Yüce Rabbimizin Habibi, israfın getirdiği bunalımdan insanlığı kurtarmak için ne diyor: “İbnu Amr İbni'l-As radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki: "Yiyiniz, tasadduk ediniz, giyiniz. Fakat bunları yaparken israfa ve tekebbüre ( bir mânası narsizm) kaçmayınız." (Nesaî)
İbnu Ömer radıyallahu anhüma anlatıyor: "Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm abdest alan bir adam görmüştü: "İsraf etme! İsraf etme!" buyurdular." (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 16/585.)İnsanlığın hırsı, nefsin doyumsuzluğu konusunda da “Âdemoğlunun iki dere dolusu malı olsa bir üçüncüsünü ister. Âdemoğlunun içini (karnını) topraktan başka bir şey dolduramaz.” (Buhârî, Rikâk, 10; Müslim, Zekât, 116) diyor.
Nefis /nefisler de bir benim israfımla ne olacak diyor; ama altı milyar nefsin israfıyla dünyanın ne hâle geldiği de ortada.
Şair Abdurrahim Karakoç bu konuda bakın nasıl feryat ediyor:
“Devlet devlet diye naralar atıp / Devleti harcadık... daha ne kaldı?
Millî duyguları ucuza satıp / Milleti harcadık... daha ne kaldı?
...
“Çağ delirdi... beden hasta, can hasta / Haram dolu, riya dolu her tasta
Akıl iflastadır, amel iflasta / Rahmeti harcadık... daha ne kaldı?”
Narsizm: Kişinin kendini aşırı beğenmesi, bencil olması, imtiyazlı olduğuna inanması, herkese üstünlük taslaması, eleştiriye tahammül edememesi, sürekli takdir ve özel muamele beklentisinde olmasıdır. Bir nevi ruh hastalığı.
Miladî 13. asrın müceddidi Hz. Mevlâna ise Mesnevî adlı kitabında israf ve hırs konusunda bakın neler diyor:
“Ey Hak yolcusu! Gerçeği öğrenmek istiyorsan; Mûsâ da, Firavun da ölmediler; bugün senin içinde yaşıyorlar, senin varlığına gizlenmişler, senin gönlünde savaşlarına devâm ediyorlar! Bu sebeple birbirine düşman olan bu iki kişiyi ( iman-küfür meylini ) kendinde araman gerekir!”
“Teni aşırı besleyip geliştirmeye bakma! Çünkü o, sonunda toprağa verilecek bir kurbandır. Sen asıl gönlünü beslemeye bak! Yücelere gidecek ve şereflenecek olan odur.” (Mes.clt.1.265)
“Rûha mânevî gıdâlar ver. Olgun düşünüş, ince anlayış ve rûhî gıdâlar sun da, gideceği yere güçlü, kuvvetli gitsin.”
“Ne kadar zengin olursan ol, ancak yiyebileceğin kadar yersin. Denize testiyi daldırsan, alabileceği kadar su alır, gerisi kalır.”
“Asıl büyük israf ise ömrün beyhude israfıdır.”(Hz. Mevlâna)
“Aşırı derecede yemeyi içmeyi bırak, uyuyup rahat etmeyi azalt. Ey ilâhi inciyi gübre içine düşürmüş zavallı! şu canı cansız bırakma! Bedenindeki canı bilmezlikten gelip hayvanlar gibi cansız yaşama! ALLAH'ın verdiği şu nûr gibi ekmeği bedeninde gübre haline sokma!” ( Divân-ı Kebir clt 2: 640)
“Şunu iyi bil ki; açlık, ilâçların padişahıdır. Açlığı canla başla benimse onu hor hakir işe yaramaz olarak görme. Bütün hastalıklar açlıkla iyileşir. Fakat şunu da kabul etmek lazım ki; açlık denilen ilâhi rahmet herkese nasip olmaz. Herkes onu elde edemez. Bu açlık öyle ilâhi bir lütuftur ki herkes onu elde edemez. Ancak Allah'ın has kulları ondan nasiplenirler.” (Mes.clt.5.2829)
“Nice balık vardır ki su içinde her şeyden eminken boğazının hırsı yüzünden oltaya tutulmuştur.”
Asrımızın mânevî tabibi, miladî 20. ve gelecek yüzyılın ( 21.) müceddidi Bediüzzaman Hazretleri de Lem'alar adlı kitabında insanlığa iktisadın ne olduğu, hırs ve israfa nelerin sebep olduğunu göstermek bağlamında diyor ki:
İktisat:
•Manevî şükürdür.
•Rahmete karşı bir hürmettir.
•Bereket sebebidir.
•Perhiz, sağlık sebebidir.
•İzzet sebebidir.
•Lezzeti tam hissetmenin medarıdır. (Lem'alar,19.Lem'a, sh:201)
“İktisat etmeyenler(israf edenler ):
•Zillete düşerler.
•Manen dilenciliğe düşer, (kişiliğini kaybeder)
•Sefalete ( fakirliğe) düşmeye namzettirler.(Lem'alar, 19.Lem'a, s.203)
İnsanların / insanlığın dûçar oldukları ekser hastalıklar:
•Sui istimalattan (Alla'ın insanlara verdiği nimetleri kötüye kullanmaktan),
•Perhizsizlikten (Yeme içme konusundaki aşırılıklardan),
• (İsrafa sebebiyet veren) hatalardan,
•İsraf (her alandaki ölçüsüzlük) ve sefahet (eğlence adı altında yapılan her türlü tüketim çılgınlığı) ten ileri geliyor. (Lem'alar,19.Lem'a, s.276)
Bütün bu israfların kaynağı ve doğurduğu vahim sonuçları da Hz.Bediüzzaman veciz olarak şöyle ifade ediyor:“Medeniyet-i garbiye-i hâzıra ( Bugünkü Batı Medeniyeti ), semavî dinleri tam dinlemediği için, beşeri hem fakir edip ihtiyacatı ziyadeleştirmiş, iktisat ve kanaat esasını bozup israf ve hırs ve tamahı ziyadeleştirmeye, zulüm ve harama yol açmış; hem beşeri vesait-i sefahete teşvik etmekle, o bîçare muhtaç beşeri tam tembelliğe atmış, sa'y ve amelin şevkini kırıyor, hevesâta, sefahete sevk edip ömrünü faydasız zayi ediyor.Hem o muhtaç ve tembelleşmiş beşeri, hasta etmiş. Su-i istimal ve israfatla yüz nevi hastalığın sirayetine, intişarına vesile olmuş.
Hem üç şiddetli ihtiyaç ve meyl-i sefahet ve ölümü her vakit hatıra getiren kesretli hastalıklar ve dinsizlik cereyanlarının o medeniyetin içlerine yayılmasıyla intibaha gelip uyanmış beşerin gözü önünde ölümü idam-ı ebedî suretinde gösterip her vakit beşeri tehdit ediyor, bir nevî cehennem azâbı veriyor.
İşte bu dehşetli musibet-i beşeriyeye karşı Kur'ân-ı Hakîmin dört yüz milyon talebesinin intibahıyla ve içinde semavî, kudsî kanun-u esasîleriyle bin üç yüz sene evvel gösterdiği gibi, yine bu dört yüz milyonun (şimdi bir buçuk milyar müslümanın) kendi kudsî esasî kanunlarıyla beşerin bu üç dehşetli yarasını tedavi etmesini ve eğer yakında kıyamet kopmazsa, beşerin hem saadet-i hayat-ı dünyeviyesini, hem saadet-i hayat-ı uhreviyesini kazandıracağını ve ölümü, idam-ı ebedîden çıkarıp âlem-i nura bir terhis tezkeresi göstermesini ve ondan çıkan medeniyetin mehasini, seyyiatına tam galebe edeceğini ve şimdiye kadar olduğu gibi dinin bir kısmını, medeniyetin bir kısmını kazanmak için rüşvet vermek değil, belki medeniyeti ona, o semavî kanunlara bir hizmetkâr, bir yardımcı edeceğini, Kur'ân-ı Mu'cizü'l-Beyânın işârât ve rumuzundan anlaşıldığı gibi, rahmet-i İlâhiyeden şimdiki uyanmış beşer bekliyor, yalvarıyor, arıyor.(B.Said Nursî, Emirdağ Lâhikası, s. 334 , (yeni tanzim, s. 649)
Azgın İsraf Selinden İnsanlığın ve Müslümanların Kurtuluş Çaresi Nedir?
“Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm ferman etmiş: "Men temesseke bi sünnetî ınde fesadi ümmetî felehû ecrü mieti şehid" Yani, "Fesâd-ı ümmetim zamanında kim benim sünnetime temessük etse, yüz şehidin ecrini, sevabını kazanabilir."
Evet, Sünnet-i Seniyyeye ittibâ, mutlaka gayet kıymettardır. Hususan bid'aların istilâsı zamanında Sünnet-i Seniyyeye ittibâ etmek daha ziyade kıymettardır. Hususan fesâd-ı ümmet zamanında Sünnet-i Seniyyenin küçük bir âdâbına mürâât etmek, ehemmiyetli bir takvâyı ve kuvvetli bir imanı ihsas ediyor.
Doğrudan doğruya Sünnete ittibâ etmek, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmı hatıra getiriyor. O ihtardan, o hâtıra, bir huzur-u İlâhi hâtırasına inkılab eder. Hattâ en küçük bir muamelede, hattâ yemek, içmek ve yatmak âdâbında Sünnet-i Seniyyeyi mürâât ettiği dakikada, o âdi muamele ve o fıtrî amel, sevaplı bir ibadet ve şer'î bir hareket oluyor. Çünkü o âdi hareketiyle Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâma ittibâını düşünüyor ve şeriatın bir edebi olduğunu tasavvur eder. Ve şeriat sahibi o olduğu hatırına gelir. Ve ondan, Şâri-i Hakikî olan Cenâb-ı Hakka kalbi müteveccih olur. Bir nevî huzur ve ibadet kazanır.
İşte, bu sırra binaen, Sünnet-i Seniyyeye ittibâı kendine âdet eden, âdâtını ibadete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir.”(B.SaidNursî, 11.Lem'a)
Görüldüğü gibi İnsanlığın önünde hırs ve israfın sebep olduğu karanlık gelecekten tek bir kurtuluş çaresi var: O da İnsanlığın / Müslümanların rol modeli olan Hz. Muhammed (ASM)ın yaşadığı hayat tarzını yani Sünnet-i Seniyyeyi rehber kabul etmektir. Yani Hz. Peygamber (ASM)'in örnek ahlâkını, bireysel ve toplumsal hayatımızın temeline koymaktır.
O'nun evindeki, çalışma ortamındaki, çarşı ve pazardaki iktisadî uygulamalarını, insanlığa olan şefkatini, küçüklere duyduğu merhametini, insanla- rın hataları karşısındaki affediciliğini; dini yaşama konusundaki kolaylaştırıcılığını; geçim darlığı çekme gibi zor durumda olanlara yönelik yardımse- verliğini; mü'minler karşısındaki alçak gönüllüğü nü; dost ve düşmana karşı dürüstlüğünü; verdiği sözüne bağlılığını; aile efradına, dostlarına, mazl lara karşı yumuşak huyluluğunu; düşmanlarıyla savaş durumundaki cesaretini; dünyevîleştirme tuzakları karşısındaki dünyanın geçici menfaatlerine değer vermeyişini; nimetlere şükrünü, musibetler karşısındaki sabrını, zorluklar karşısındaki azmini, sebatını; çalıştıktan sonraki tevekkülünü; hakikatler karşısındaki teslimiyetini; insanî ilişkilerdeki cana yakınlığını, tatlı dilliliğini, inceliğini, zarafetini, istişareye değer vermesini; okumaya, yazmaya ve ilmî çalışmalara verdiği önemi; vazife başındaki vakarını, izzetini; iş başındaki teennisini; er meydanındaki yiğitliğini; kendisine bir şey emanet edildiğinde emanete riayetteki hassasiyetini, yeme-içme konusundaki ölçülülüğünü elhasıl saymakla bitiremeyeceğimiz bütün güzel hasletlerini benimseyip, karakter hâline getirmeyi hayatımızın yegâne gayesi edinmektir.
Çünkü O Yüce Peygamber (sav), “Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.” ( Muvatta, Hüsnül Hulk 8. hadis.) buyurarak ebedî risaletinin gayesinin ahlâkî kemale ulaşmış insan-ı kâmil (mükemmel insan ) yetiştirmek olduğunu vurgulamaktadır. Sözün özü: Dipsiz israf kuyusuna düşmekten insanımızı koruyacak kalıcı çare, verimlilik ve tasarruf kurallarını hayata geçiren bir eğitim uygulamasına öncelikle ailelerde, okullarda, diğer resmî kurum ve kuruluşlarda vakit israf etmeden başlamaktır. Çünkü yukarıda ifade etmeye çalıştığı mız sağlıklı ölçüler ışığında gerçekleştirilecek bir eğitim sürecinde İnsan düzelince dünya da düzelecektir. Dünyanın ömrü kalmışsa güzel günler görecektir.
Kaynak : Tefekkür Dergisi Bekir OKUTUCU
Hazırlayan : Tahir Eĝerci
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder