HZ. HAVVA’NIN KIZLARI
Çiçeğin açması için toprağına, gübresine, suyuna dikkat edip rasgele her toprağı kullanmadığımız gibi tertemiz eşler evlenince yiyip içtikleri, giyip kullandıkları mallara da dikkat edecekler. Haram ve pis olanları yemeyecekler ve kullanmayacaklar. Rabbimiz bütün insanlığa hitab ederek:
يا اُيّها ا لنّاسُ كُلوا مِمَّا فِى الارْضٍِِِِِِِ حَلالاً طَيَّباً
“Ey İnsanlar yeryüzündekilerden helal ve temiz olarak yiyin” buyurur. (Bakara:167)
Rabbimiz, İsa (s.a.v.)’in annesi ve bizimde annemiz olan Meryem’in (r.a.) çocukluğunu anlatırken
وَ آنْبَتَهَا نَباتاً حَسَنا
“Allah Onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi” buyurur. (Al-i İmran:37)
sonra insanın yetiştiği çevreye de dikkatimizi çekmek için Meryem validemizin Zekeriya (s.a.v.)’nın himayesinde büyüdüğünü haber verir.
İyi bir çevrede hayat kumaşını sevgi, saygı, şefkat, merhamet, iffet, izzet, hizmet, ibadet, adalet gibi ipliklerle dokuyan bir erkekle kadının evliliğinden dünyaya gelen cennet kokulu çocuklar büyütülürse işte o çocuklar dünyayı cennetin fideliğine döndürürler.
Günümüzde televizyon ve diğer yayın organları yiyecek ve içeceklerimizin temiz olması için eğitici programlar yapıyorlar. Bunları yürekten kutlamamız gerekir. Ancak yukarıda okuduğumuz ayeti kerimede önce eşyanın helal olmasına dikkat çekiyor, sonra temizliği istiyor.
Temiz olmayan eşya hastalanmamıza sebep olur. Helal olmayan haram eşya ise uzun zaman cehennem de yanmaya sebep olur.
ÇOCUK EĞİTİMİ
Alimler, Şairler, Ressamlar, Kaşifler, Sanatkarlar yaptıkları, yazdıkları, çizdikleri eserleri ile orantılı olarak toplumda değer kazanırlar. Türkiye’de iki tane zenginin adını milyonlarca insan bilmektedir. Ne yapar bu insanlar? Cıvata üretirler. Buzdolabı üretirler, araba üretirler.
Ama fabrikalarında insan üretemezler. Bu ürettiklerini de yine insanlar yazar, çizer, planlar, ölçer biçerler. İşte o ölçen, biçen, çizen, yazan, fabrikalar yapan, ülkeler fetheden insanları doğuran annedir.
Bir tablosu milyonlarca dolara satılan ressam’ın tablosu kokmaz, konuşmaz, kendisi yerinden kıpırdamaz. Üzerine konan sineği kovamaz. Ama onu yapan ressamı doğuran annedir.
Hamile annenin yediği içtiği soluduğu havanın çocuk üzerinde etkisi olduğunu biliyoruz.
Rabbimiz:
وَالْبَلَدُ ا لطَّيَّبُ يَخْرُجُ نَباتُهُ باِذْنِ رَبَّّه وَا لَّذِى خَبُثَ لا يَخْرُجُ اِلاً نَكِداً
“Rabbinin izniyle güzel beldeden (güzel) bitki çıkar. Kötü yerden de zor ( ve kötü) bitki çıkar.” Buyurur. (Araf 58)
müziğin çiçekler üzerindeki olumlu etkilerini gözleyen ilim, ana rahmindeki çocuğun anneden duyduklarını ve konuştuklarında etkilendiğini de ortaya koymuştur.
Hamile kadınların eşi ve çevresiyle çekişmesi dırdır etmesi çocuklarını etkilediğini doktorlarımız söylüyorlar.
Aldıkları havaya dikkat ettikleri gibi duydukları sözlere de dikkat edecekler. Rabbimizin verdiği ruh, Rabbin emrine karşı gelen seslerden tedirgin olur.
Ashab döneminde Mekke ve Medine sokaklarında dolaşan bir insan, evlerin arı kovanı gibi ses verdiğini ve içinde hep Kuran olunduğunu haber verirler.
Hamile annenin kulaklarından Allah kelamı giriyor. Anne “Yasin” suresini mırıldanıyor ve rahmindeki yavrusunun ruhi gıdasını sunuyor.
Annenin gördükleri güzel olacaktır. Halkımız bu inceliği bildiği için hamile kadına kötü çirkin şey göstermezler. Mehtaplı gecelerde dolunaya baktırırlar. Berrak sulara kokulu çiçeklere baktırırlar.
Gözlerimiz gül görse yüzümüz güldüğü gibi bütün vücudumuz güler rahatlar. Kötü bir şey görünce de gözümüz büzülür ve bütün vücudumuz kasılır. Ana karnındaki çoucukta annesinin bir parçası olduğundan annesinin gözüyle görür, burnuyla solur.
Anneler özellikle hamile iken güzel görecek, güzel düşünecek, güzel sesler duyacak, temiz havayı koklayacak, helal ve temiz şeyler yiyecek ve giyecek, güzel şeyler koklayacak.
ÇOCUK DÜNYAYA GELİNCE
Çocuk dünyaya gelince çocuğa ilk bant kaydı yapılacak ve kulaklarına ezan okunacak kamet getirilecek.
Müslümanlar bin dört yüz senedir bu sünneti yaşarken bir kısım geri zekalılar “Bir günlük çocuk duyar mı?” diyorlardı. Ama günümüz ilmi bir günlük çocuğun değil, ana karnındakinin duyduğunu söylüyor. “Duyduğu kelimeler şuur altına yerleşir” diyor.
İşte biz bir günlük çocuğun kulağına ezan okuyoruz. “ALLAHU EKBER”= En Büyük Allah’tır diyoruz.
Çocuk büyüyünce şahların, padişahları, kralların, cumhurbaşkanlarının “en büyük benim” sözünün etkisinde kalmasın, bu sözler çocuğun gönlünde boş yer bulamasın diye ezan okuyoruz.
Sıcacık aile yuvasında okunan Kuran ve kuran ahlakına göre gelişen edebi eselere çocuk üzerinde etkili olur.
Bin üç yüz sene önce yaşamasına rağmen çağımızı etkileyen ilim adamları altı yedi yaşlarında Kur’anı ezberleyip hafız olan insanlardır.
Bu günlerde altı yedi yaşındaki çocukların ezberindekiler de büyük bir kitabı dolduracak kadar vardır. Ama bunlar edebi, ilmi ve sanat değeri olmayan “bir kedim bile yok”, “Arkadaşım eşşek”, Domates biber patlıcan” gibi şeylerdir.
Çocuğun öğrendiği kelime ve kurduğu cümleler oranında dini bilgiler edebi cümleler öğretilmelidir. Verilen bilgi bedeni ve akli gelişmesine uygun olmalıdır. Baskı yaparak ezmemeli. Bedeni gelişirken aklını boş bırakıp içi boş, kof adanda yetiştirmemeli.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.): “Her doğan çocuk İslam fıtratı üzerine doğar. Anne babası onu ya Yahudi yapar ya Hıristiyan yapar veya Mecusi yapar” buyurur.
Müslüman yapar demiyor. Çünkü çocuk zaten Müslüman. Onun içindir ki İslam dini dünyada ki bütün çocukları Müslüman kabul eder ve çocukken ölen bütün dünya çocuklarının cennetlik olduğunu bildirir.
Bütün üç kardeş hikayelerinde en iyi kalbinin küçük kardeş olması temizliğin doğuştan kirliliğin bu günkü Yahudilik ve Hıristiyanlığın geliştirdiği kültürden kaynaklandığını gösterir.
Çocuğa sıhhat vermek için çalışmalıyız, o doğuştandır. Biz sıhhati bozacak zararlı hava, yiyecek içecek ve giyeceklerden koruduğumuz gibi çocuğun fıtratında getirdiği İslâmı bozacak etkenlerden korumamız gerekir.
Zararlı bilgi ve huyların çocuk ruhuna girip kirletmesini engellerken, faydalı bilgi ve davranışları çocuk ruhuna nakşederken güller gibi davranacağız.
Gül güzel kokular saçarak sineklerin kendisine konmasını engellerken, arı ve kelebekleri kendine çeker. Zor kullanmak, dövmek azarlamak yok.
Peygamber efendimizin yanında yetişen Hz. Hasan, Hüseyin, Üsame, Enes, Fatıma, Zeynep, Ümmü Gülsüm, Rukiyye ve diğer sahabe çocuklarına bir tek tokat vurduğu kulaklarından tutup çektiği veya azarladığı duyulmamıştır.
Çocuğun en güçlü eğitimi aileden aldığı eğitimdir. Çünkü ailedeki eğitim yirmi dört saat devam eder. “çocukken öğrenilenler mermer üzerine yazılan yazı gibidir. Yaşlıyken öğrenilenler su üzerine yazılan yazı gibidir” derler.
Çocuğun duyduğu ve gördüğü şeylerin onda kalıcı etkiler meydana getirdiğini unutmayalım ve evde kurucu sözlerden, kaş çatmalardan, iğneli laflardan kaçınalım.
Dünya genelinde başarılı insanların çok nüfuslu ailelerden çıktığı görülmüştür. Çocuk seksen sene yaşamış büyük anne ile büyük abanın tecrübeye dayanan söz ve davranışlarını durarak görerek büyür.
Baba ve annesinin verdiği hayat mücadelesini ve bu mücadelede helal yollardan nasıl yürünebileceğini öğreniyor. Kendinden büyük kardeşinden öğrenip küçüğüne öğretirken öğrenmeyi ve öğretmeyi geliştiriyor.
Aşk ile ekilen şevkle yolu beklenen rahmetle kucaklanan çocuk, sevgi ikliminde büyürse etrafındakileri sever, sayar, merhamet eder.
21’NCİ ASRA GİRERKEN KIZLARIMIZ
Değişen bir şey yok. Yirmi birinci asra bizim girişimiz Hz. Adem’in Havva validemizle birlikte dünyaya indirilişi gibidir. Hz. Ademin Havva validemizle birlikte dünyaya indirilişi gibidir. Biz olmadan zamanında mekanında anlamı yoktur.
Gözlerin görmediği, gönüllerin hayal edemediği ırmaklara köşklere, çiçeklere, yiyecek ve içeceklere sahip cennette bile hz. Adem, Havva validemizle huzur buluyor.
İkisinin huzurundan rahatsız olaş şeytan onların çıplak olması için bütün planlarını kuruyor ve cennetten çıkarılmalarına sebep oluyor. Ama Hz. Ademle Havva validemiz bu dünya evinde birlikte Rablerine yönelip af talebinde bulunuyorlar, örtünüyorlar ve Allah (c.c.)’da onları afvediyor.
İzzetine, iffetine, şerefine namusuna düşkün bu Müslüman toplumun bu erdemi bazılarının gözüne batıyor. Kıyafeti değiştirilmeye çalışılıyor. Dini alınmaya dili bozulmaya başlanıyor. Ama Rabbimizin bize olan lütfu sayesinde açılanlar açıklarını kapatıyorlar. Dinini öğretiyorlar. Dini güzelce anlamak ve anlatmak için diller öğreniyorlar.
Hz. Ademle Havva validemizin duasını yapıyorlar.
رَبَّنَا ظَلَمْنا اَنْفُسَنا وَاِنْ لَمْ تَغفِرْ لَنا وَتَرْ حَمْنا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخاسِرِ ين
“Rabbimiz biz haddi aşarak kendimize zulmettik. Eğer günahlarımızı örtüp gizlemez ve bize acımazsan biz zarar edenlerden oluruz.” (A’raf 23)
Duaları kabul olmuş ki yirmi birinci asra İslam’ın kendilerine kazandırdığı vakarla giriyorlar.
Hz. Havva validemiz gibi dokunduğu şeyi bereketlendiren ellere bastığı yerleri güllendiren ayaklarlarla yürüyorlar.
Yakın zamana kadar erotik seks filimlerinin oynatıldığı salonlarda şimdi kadının onurunu ancak İslam’ın koruyacağını haykırıyorlar.
Üniversitenin salon, koridor, dershane, kütüphane ve bahçelerinde İslam’dan uzaklaşmanın faturasının en fazlasını kadınların ödediğini dünyaya duyuruyorlar.
İslam’a göre terazinin bir kefesine zülfünün bir teli konsa öbür tarafına da dünyanın altını, gümüşü doları, lirası markı, yen’i konsa zülfünün teli ağır basarken; küfür sistemine göre sakızın bile kadından ağır geldiğini, kadını sakız için önce içini sonra dışını soyduklarını anlatıyorlar.
Anlatılanlardan ayılanların da katılmasıyla 21. asra İslam’ın aydınlığı içinde giriyorlar.
KADIN VE İLİM
Aslında böyle bir başlık yanlış olur. Allah (c.c.) ilk emrini “Oku” olarak indirirken kadın erkek ayrımı yapmamış. “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer 9) derken de ayrım yok.
“Allah’dan ancak alim kulları korkar.” (Fatır 28) ayetinde “Kulları” kelimesini kullanıyor ve bu kelimede kadın ve erkeği içine alıyor.
Kuran ayetlerini tefsir eden, hadis rivayet eden hukuki konularda görüşüne müraacaat eden devlet başkanı Hz. Ömer’in halka konuşurken yaptığı hukuki bir hatayı düzelten kadın sahabeleri öylesine benimsemişiz ki kızlarımıza isim verirken .Aişe, Fatıma, Hatice, Şifa Zeynep vs. gibi onların adını koymuştur.
“İlim, her Müslüman erkek ve kadına farzdır” hadisine dayanarak İslam'i bir devlette “Zaruretı diniyye” dediğimiz bilgilerin beşikten mezara kadar her ferde öğretilmesi zorunlu kılmıştır. Günümüzde hiçbir devlet 18 yaşına kadar öğretimden kaçmayı başarmış birine bu yaştan sonra okumayı zorlayamaz
EVLİLİK
Evlililik yaşı
Evlkenmek için İslam’da belirli bir yaş tesbit edilmemiştir. Dinimiz evrensel bir din olduğu için yaş belirleyemeyiz çünkü bölgelerin soğuk ve sıcak oluşuna göre ergenlik yaşı yükselir veya alçalır. İslam hukuku evlenmek için yaş haddi koymamıştır. Ergenlik çağına gelen gerdeğe girebilir.
Günümüzde hukukunda 18 yaş tespiti bir çok kızın gönülden razı olduğu erkeğe baba engelinden dolayı varamamasına sebep olmuştur. Eğer oğlanla kız kendileri evlenmişlerse babanın şikayeti üzerine, oğlanın hapse atılmasına babanın oğlandan menfaat sağlamasına sebep olmuştur.
Hatta 18 yaşını doldurmasına bir gün kala dini nikahla evlenen çiftler kız babasının şikayeti üzerine ayrılmış ve oğlan hapse atılmıştır.
Evlilikte gaye
Evlilikte hedef yalnız neslin üremesi değildir. Kadında yalnız çocuk üretme aleti olarak yaratılmamıştır. Eğer öyle olsa idi hayvanlar gibi senede bir defa çiftleşme yeterli olurdu. Evlilikte gaye yalnız cinsel ilişkilerde bulunup haz almakta değildir. Eğer böyle olsa idi cinsel ilişkilerden sonra ayrı evlerde kalıp, ayrı yaşamaları daha uygun olurdu. Yalnız cinsel ilişki için bir araya gelir tekrar ayrılırlardı. Ama rabbimiz Rum suresinin 21 ayetinde huzur ve sukut bulmamız için eşlerimizi yarattığını aramıza sevgi ve rahmet bıraktığını haber verir.
Cinsel ilişkilerden sonra birbirlerine sevgi ve bağımlılıkları devam ediyor. yemek yerken:
“Afiyet olsun yarim sen yedikçe ben doydum” diyor.
uykuda nefesleri huzur salıyor, uyanıkken birbirlerine bakışları evin içini cennete dönüştürürken sevap kazanıp ahiretteki cenneti hak ediyorlar.
Günümüzde birbirlerinin tenine kedinin ciğere baktığı gibi bakan, doyunca “Mundarmış” deyip ayrılan acıkınca yeni ciğer arayan ateist, komünist, feminist kadın ve erkekler bu durumlarından kendileri de şikayetçi.
Kimlerle nasıl zina ettiğini kitaplaştırabilecek kadar ar perdesi paramparça olan kadın geçen gün feryat ediyor: “Yeter be yeter” diyor. “Hep yemek istiyorsunuz yemesini bilmiyorsunuz” diyerek çıldırıyor. “filanın tiyatrosunda çalışan her kadın onun yatağında yatmıştır. İstisnası yok” deyip isyan ediyor. aslında bu isyan farkına varmadan islamı istemektedir. Bunların panellerde, açık oturumlarda, dergi ve gazetelerdeki feryatları kendi çevrelerinden şikayetçi olmalarındandır.
İslam’a karşı olduğu söylenen, çılgınlığın her çeşidini deneyen, çevresinden rahatsız olup bağıran bu kadın ve erkeklerde canlılık alameti var demektir. Bir gönül doltoru olarak onlara el atınız.
EŞİTLİK
Gül bayramında güller yarıştırılır ve güllerden bir gül birinci seçilir. Güllerle laleler yarıştırılmaz. Elmayla armutta toplanmaz. İki elma üç armut toplanssa beş eder denmez. İki elma üç armut eder denir. Evrende yaratılanların içinde en değerlisi Adem oğludur. Yani kadınla erkektir. Aynı topraktan yaratılmışlar. Toprağın diğer toprağa üstünlük sağlamaya kalkması yanlıştır. Aynı toprak ayrı özellikler vardır. Kadına verilip erkeğe verilmeyen özellikler vardır. Erkeğe verilip kadına verilmeyen özellikler vardır. Herkes kendi özellik ve güzellikleri içinde birincidir. Yarış yapmıyoruz. Allah (c.c.) bir kısmımızı diğerlerine üstün kıldığını, herkesin diğerinden üstün bir tarafı olduğunu, kimsenin başkasındaki üstünlüğü istememesi gerektiğin haber verir. (Nisa 32)
Biz kendimizdeki özellikleri keşfedeceğiz. Anne babaların öğretmenlerin, çevrenin görevi madenimizdeki gizli özellikleri ortaya çıkartmaktır.
Kadının eşitliğini savunmaktan çıkar sağlayan çevreler “Kadınlara hak verdik, bakınız sevişirken çekilmiş erotik seks filmleri çevirecek kadar haklar elde ettiler. Mankenlerimiz, podyumlarda kadınlığın bilincine vardılar, Manukyana trilyonlarca para kazandıracak ticaretin içine atıldılar” diyorlar. Bunları diyenlerde yine kadını sofrasındaki pişmiş tavuktan değersiz gören, İslam’a harp ilan etmiş erkeklerdir.
Tempo dergisinin 1922’de çıkan sayılarından birinde mankenlerden biri: “Mankenlikten aldığımız para ancak makyajımıza yetişir. Gösteriden sonra parası çok ahlakı yok insanlara katlanmak mecburiyeti var.” Diyor.
Bir zamanların güzellik kraliçesi kızımız için “Türk kadını özgürlüğüne kavuştu, dünya güzelleriyle yarışıyor.” Diye salyalı ağızlar reklam yapıyorlardı. Aynı kızımızın Beyoğlu sokaklarına uyuşturucu alabilmek için vücudunu sattığını ama yaşlandığı için alan olmadığını yazdı gazeteler.
Bu sene (1992) güzellik kraliçesini Televizyondan konuşturuyorlar. Bu kızımız
Lafta üstünlük sağlama yerine ilimde, imanda, ahlakta, fazilette üstün gelme yarışına girelim.
EŞLER ARASINDA DENKLİK
Ergenlik yaşına gelmiş bir kız, Müslüman bir erkekler iki şahit huzurunda istediği yerde ve zamanda evlenir.
Eşler arasında denkliğin aranması nikahın şartından değildir. Ama uzun zaman birlikte olacak eşlerin uyumlu bir hayat yaşayabilmeleri için sosyal, kültürel, fiziksel denkiğe dikkat etmeleri tavsiye edilmiştir.
Kültürlü, görgülü bir kadının görgüsüz kaba bir erkekle yaşadığını düşünün veya yetmişlik birinin gencecik biriyle evlendiğini düşünün. Hayır hayır düşünmeyin
Denklik şart değildir. Tavsiye edilmiştir dedik.
Sahabenin hizmette ilk ona girebilen Abdurrahman b. Avf’ın kız kardeşi, müşriklerin köleliğinden yeni kurtulan kara kuru Hz. Bilal’i Habeşi ile evlenmişler ve çok da mutlu olmuşlardır.
İlim ve iman, soy-sop, para, şan, şöhret üstünlüğü geride bırakır.
Peygamber Efendimiz:
EVLİLİK TEKLİFİ
Evlilik teklifi erkeğin bizzat kendisi tarafından kadına yapılabilir. Sahabeden Ebu Talha’nın Rumeysa (R.A.)’ya yaptığı gibi.
Kadın tarafından erkeğe evlenme teklifi yapılabilir. Ahzab suresinin ellinci ayetinde haber verildiği gibi.
Erkek bizzat kendisi kızın velisinden isteyebilir. Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’yı Peygamber Efendimizden istediği gibi.
Kızın rızasını alarak velisi kızını bir erkeğe teklif edebilir. Hz. Ömer’in kendi kızı Hafsa (R.A.)’yı Peygamber Efendimize teklif ettiği gibi.
Tabii ki evleneceklerin birbirlerini görmelerini istemiş Peygamber Efendimiz. Meşruiyet sınırları içinde birbirlerini görürler ve konuşurlar.
Flört hayatı yaşayanlardan çoğunun evlenmedikleri gözlenmiştir. Çocuk bırakıp kaçanlar, parasal destek için yapanlar, mazeret ileri sürerek ayrılanlar, geride hayat boyu sürecek bir lekeyle ayrılıp gidiyorlar.
Biz kızlarımıza yüzünde göz izi olmayan, bir başkasının haram nefesini koklamayan erkerk istiyoruz, yani ikisininde bekareti bozulmamuş olmalıdır.
Rabbimiz:
NİKAH
İslam kolaylık dinidir. İnsan fıtratına zor gelen hiçbir tarafgı yoktur. Kişinin taşıyamayacıağı yükü Rabbimiz insna yüklememeiştir.
İslamda nikah yaptırmanın zamanı ve mekanı yoktur.
Günümüzde bünyemize uymayan bu hukukta saat 09.00 ile 17.00 arasında nikah kıydırabilirsiniz. Öğle tatilini de unutmamalı. Cumartesi ve Pazar günleri nikah kıydırmazsınız. Resmi bayramları da buna ilave edersiniz. 365 günün üçte ikisinde nikah kıydırmanız mümkün değil.
İslama göre nerede olursa olsun, ne zaman olursa olsun iki Müslüman şahit huzurunda nikah yapılır. Daha sonra nikah dairesine bilgi verilir. Bu bilgi verme nikahın şartından değildir. İslam'i bir devletin, vatandaşları hakkında bilgi sahibi olması içindir.
Günümüzde bir kısım Müslümanlarımız kızla oğlanı nişanladıktan sonra hemen nikahlıyorlar. Ama kızı oğlana koklatmıyorlar. Nikah kıyıldığı andan itibaren kız oğlanın hanımıdır. Bunları biraraya gelmesine anne ve baba karışamaz. Eğer kızların ellerinden tutturmayacaklarsa nikah yaparak nikahı hafife almasınlar.
EVLİLİK HAYATI
Evlilik hayatı 65 kiloluk altınla 65 kiloluk yakutun bir araya gelmesi değildir.
Eğer öyle olsa idi bu gün dünyadaki bütün devletlerde o ev korumaya alınırdı. Ama islama göre dünyanın bütün altını, gümüşü, yakutu, mercanı, doları, markı, lirası terazinin bir tarafına konsa öbür tarafında da kadın veya erkeğin zülfünün teli konsa, zülfünün teli ağır basar. Çünkü yaratılanların hepsi insan için yaratılmıştır.
İşte böylesine değerli iki varlık bir araya gelerek tam bir bütün oluşturuyorlar.
Allah (c.c.) Adem’i topraktan, havvayı da Ademden yaratmış. (Nisa 1)
Havvasız adem eksiktir. Ademsiz havvada eksiktir. İkisi bir araya gelince birbirini tamamlar. Efendimiz:
“kadınlar erkeklerin yarısıdır..” bu türkçe tercemede yanlış anlama olabilir. “yarısıdır” derken erkek tam da kadın onun yarısı kadardır manasında değildir. Hadisin arapçasındaki kelime bir bütünün ikiye bökünüp iki şık olmasını ifade eder.
Bir elmayı tam ortasından ikiye bölerseniz bunların biri erkek biri kadın olur, ikisi birleşirse tam olurlar.
Bu hadis bize eşlerimize bakarken onu kendi canımız ve tenimiz gibi görmeyi sağlar.
Gözleriniz gibi koruyacaksınız. Kulağınız kulağı olacak. Elleri ve ayakları elleriniz ve ayaklarınız olacak.
Eşinizi Peygamber efendimizin tarif ettiği şekilde görmeye başlarsınız onu dövmeniz mümkün olmaz kendi eline veya yüzüne tokat vuran nerede görülmüş.
Peygamber efendimizin hanımlarına bir fiske vurduğu rivayet edilmemiştir. Hatta:
“Hanımlarınızı dövmeyiniz, onları kötülemeyiniz” buyurmuş (Işratü-n-Nisa, Nesei 229)
bu hadisi okuyunca ama ayet var diye hatırlayanlar ayeti yeniden okusunlar. Ayet sırası ile, nezaketten anlamayana nasihat, nasihattan anlamayana üç günü geçmemek şartı ile kırgınlığını belli eden küsmek. Nezaket, nasihat ve küsme fayda vermez ise doktorların ifadesi ile o dayak hastasıdır.
Bayılanı doktorun tokat vurarak ayıltması gibi bir şey. Haddi aşmak yok.
Peygamber efendimizin hayatında bir defa tokat vurduğu yoktur. Öyleyse erkek kabahati biraz da kendinde aramalıdır.
Çocuklarıma hiç tokat vurmadım. İçimden bazen tokat vurmak geçiyor. Tam o anda bakıyorum bende çare tükenmiş. Kendi yetersizliğimi tokatla kapatacağım. İşte o anda tokat vurmaktan vazgeçip yeni çareler aramaya çalışıyorum.
Hanımı Hz. Aişe validemizle koşma yarışı yapan (Işratu-n-Nisa, Nesei 90) kişinin hanımı ile oynaşmasını Allahı zikreder gibi sevap olduğunu bildiren (İşratu-n-Nisa 87) Peygamberimizin kadınlar için verdiği mücadeleyi bu günün İslam dışı hayat yaşayan kadın ve erkeklerine bir duyurabilsek koşarak İslama geleceklerdir.
Biz Müslümanlarda Peygamberimizin yolunda yürüyebilsek.
Düşünün. Türkiye de İslam alimi, öncüsü, şeyh veya bir başka isimde tanıdığımız bir büyüğün Fatih ormanında eşiyle koşma yaptıklarını düşünün.
Çenesini Peygamber efendimizin omuzuna dayayarak nurlu yüzünü kainatın efendisi sevgilisi eşi Peygamber efendimizin yanağına dayayarak Habeşli oyuncuları seyreden örnek, mutlu aile örneği olsun. Onların hayat kumaşına ördükleri desenleri rengi ile, deseni ile aynen kendi hayat kumaşınıza dokuyun.
Efendimiz buyurur:
“Mü’minlerin iman bakımından en olgun olanı ahlaken en güzel ve ailesine en nazik davrananıdır. (Nesei Işreti-n-Nisa 229 Tirmizi İman-Hadis 2612)
KADIN VE MAHREMİYETİ
Kadın, eşinin, babasının, büyük babasının, eşinin babasının, oğullarının, torunlarının, eşinin oğulları ve torunlarının, oğlan kardeşlerinin, oğlan kardeşlerinin oğulları ve torunlarının kız kardeşinin oğulları ve torunlarının kendilerinden olan kadınların, cinsel ilişkiden kesilmiş erkeklerin, kadınlarına avret mahalline henüz istek duymayan çocukların yanında, amca ve dayılarının yanında süslerini açarak oturup konuşup sohbet edebilirler.
Bunlarla ilgili geniş açıklamayı Nur suresinin 35. ayeti ile Ahzap suresinin 55. ayetlerinin tefsirinde bulabiliriz.
Bu açıklananların dışında kalan yani kendisi ile evlenme engeli bulunmayan erkeklerle tenha bir yerde baş başa kalmak yasaklanmıştır.
Peygamber Efendimiz:
“Bir erkek mahremi olmayan bir kadınla baş başa kalmasın” buyurmuş. (Nesei, Işretu-n Nisa 292, Tirmizi Fiten H. 2165, Müsnedi Ahmet 1/18)
Peygamber efendimiz Hz. Aişe ile birlikte otururken baldızı Esma’nın eve gelip beraber oturmasında hiçbir sakınca görmemiştir.
Günümüzde bayramda babası, ağabeyi ve kendisini evin bir odasına, annesi, yengesi ve hanımını evin öbür odasına oturtmaya zorlayıp “Din budur” deyip babasını dinden imandan çıkaranlar Nur suresi ile Ahzab Suresini yeniden okusunlar.
Bir tek Hadisii yanlış anlayarak yanlış ahkam kesmesinler. Takvayı fetva yerine koymasınlar.
EVDE ERKEK HAKİMİYETİ Mİ?
İslama göre hakimiyet kayıtsız şartsız Allah’ındır. (Yûsuf 40) saçımızı, tırnağımızı, etimizi, kemiğimizi, kalbimizi, kalıbımızı o yarattığına göre yönetme hakkı da onundur.
Üzerine evler kurduğumuz toprağı, taşı o yarattığına göre hükmetmekte O’nun hakkıdır.
Ülkeleri yaratan Allah; Milletleri yaratan Allah öyleyse hakimiyet de Allaha ait olmalıdır.
Kapı çalmanın adabından devlet yönetmeye kadar herşeyi bize Kur’an-ıyla öğreten Rabbimiz ev içinde aile fertlerinin hak ve sorumlulukalınıda belirlemiştir.
Bu uyulması gereken ilahi kurallara muhatap olmada kadınla erkek eşit statüye sahiptirler.
Ancak feminist kadınlarımız seslerini duyurmak için salonda açık oturum yaptıklarında dört tane konuşmacı kadını yönetmek için oturum başkanı olarak bir erkek seçtikleri gibi ailede Allah’ın koyduğu kuralları yürürlükte kılma yetkisini ergenlik çağına gelmiş aklı başında (deli değil) kocaya vermiştir.
Oturum başkanı açık oturum kurallarına göre yönettiği gibi, evin reiside Allah’ın koyduğu kurallara göre yönetecek ve Allah’ın koyduğu kurallara zıt bir emir veya yasak koymayacak. Eğer ilahi emir ve yasakları çiğneyen bir istekte bulunursa hanım bu isteği yerine getirmeyecek. Peygamber efendimiz: “Allah’a isyana emreden kişiye itaat olunmaz buyurur. (Müslim, Cihat 40 Buhari, Ahkam 4, Müsnedi Ahmet 2/17-142)
Nisa suresinin 34. ayetini
“Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler” diye terceme etmek yanlıştır. Eğer Allah’ın muradı bu olsa idi yine arapça olan “Hakim” kelimesini kullanırdı. Ama “KAVVAM” kelimesini kullanmış. Türkçede kullanılan “Kayyim” kelimesi ile aynı köktendir.
“Kayyim” tayin edildiği müesseseyi keyfine göre yönetmez. Hakimin gösterdiği doğrultuda yönetir.
İşte evi üzerinde “Kavvam” olan erkek de kendi keyfine göre yönetmez Allah’ın koyduğu kuralları yürürlükte kılar. Nisa suresinin 135. ayetinde.... adaleti kaim kılın... nefsinizin keyfine uymayın... buyurur.
34. ayetin bu inceliği için Kadı Beyzaviye bakılsın. Meallerle dinim hakkında hüküm verilmesin. Bakara suresinin 228. ayetinde “erkeklerin kadınlar üzerindeki hakları gibi kadınlarında erkekler üzerinde hakları vardır.” Hükmü ile karşılıklı haklara sahip Karı-Kocanın bu haklara riayet konusunda birinin öne geçip idare etmesi gerekir. İşte Rabbimiz ayetin devamında “erkeklerin kadınlar üzerinde bir dereceleri vardır” buyurur. Bu aynı haklara sahip iki kişiden birinin hakları sahibine vermek için öne geçmesidir.
Ayet bunu gerektirdiği gibi fıtratta bunu gerektiriyor.
Arı, namusu atmış beş paraya satmış on tane kadınla yapılan ankette dokuzunun cevabı “evde erkeğin yönetimi olursa aile mutlu oluyor” şeklinde olmuştur.
EŞLERİN BOŞANMASI HALİNDE
Günümüzde boşanan eşler ve aileleri çoğunlukla birbirlerine düşman olurlar. O kadınla evlenen kişiyede düşman olurlar.
Bir kızı bir delikanlı istese, kızı da vermeseler bu iki aile birbirine düşman olduğu gibi o kızla evlenen aileyede düşman olurlar.
Ama bindörtyüz sene önce indirilen Kur'an’a göre kurulan Medine devletinin insanları dünür olduğu kızı vermezlerse o kızı başka bir delikanlı ile evlenirken o düğüne yardımcı oluyor.
Peygamber efendimizin arkadaşlarından biri hanımını boşasa o kadını bir başkası almak istese boşayan ona yardımcı oluyor. Boşayan erkek evlenirken de boşadığı kadınla erkek ona yardımcı oluyor.
Boşanan erkek evlenirken de boşadığı kadınla erkek ona yardımcı oluyor.
Boşanan eşler arasında aile ilişkileri sona eriyor ama İslam kardeşliği devam ediyor.
Bu konuda yine örneğimiz Peygamberimiz Efendimizdir.
Hz. Zeynep ile Hz. Zeyd’i evlendiriyor. Uyuşamıyorlar ve boşanıyorlar. Peygamber efendimiz Hz. Zeyneple evleniyor. Peygamber efendimizle Hz. Zeyd arasındaki dostluk sevgi arkadaşlık devam ediyor. (Bk. Ahzab 37)
SÜSLENMEK
Süslenmek denince hatıra nedense hep kadınların süslenmesi gelir. Halbuki ayeti kerimede “Ey Ademoğulları Mescide her çıkışınızda ziynetlerinizi alınız” buyurur. (A’raf 31)
Kadın erkek ayrımı yapılmadan süslenmeleri istenmiştir. En temiz ve en güzel elbiseler giyilecek.
Peygamber Efendimiz: “Eşimin benim için süslenmesinden hoşlandığım gibi bende onun için süslenmekten hoşlanırım” buyurur. (Ebu Davud K. Nikah)
Eşler birbirlerine karşı süslenmeyi ibadet bilecekler.
Ancak günümüzde evinin içinde pespaye giyinip oturan kadınların dışarı çıkarken “İki dirhem bir çekirdek” olmaları neyin nesi.
Ayrıca görüştüğüm kuaförden aldığım bilgiye göre sabahleyin makyajını yapan bu kadınların akşam yatıncaya kadar yüzlerini yıkamadıklarını arada bir makyaj tazelediklerini öğrendim.
Doktorlaımızın açıklamasına göre insan vücudunda nilyonlarca hücre ölüp dirilmekte. Yüzünü akşama kadar yıkamayan makyajlı kadının ölü hücreleri makyajının ardında kalmakta.
Halbuki beş vakit namazını kılan bir kadın günde beş vakitte onbeş defa yüzünü su ile yıkamaktadır.
Müslüman’ın haftada bir gün özellikle Cuma günü yıkanması sünnettir. Her cinsel ilişkiden sonra yıkanması ise farzdır. Şimdi İstanbulda İslamı yaşamayan kesimin en gözde şık kadın ile günde beş vakit namazını kılan herhangi bir kadını ikindi üzeri alıp en modern laboratuarlarda ikisinin yüzünün tahlilini yaptırsak, sabah öğle ve ikindi namazlarında üç vakitte dokuz defa yüzünü yıkayan Müslüman kadın birinciliği alır. Ama her ikisini de bir fotoğraf stüdyosuna götürseniz o zaman öbürü renkli çıkar.
Kadınlar ve erkekler! Güzel, temiz ve helalinde giyiniz. Yalnız eşlerinize süsleniniz ve kokulanınız.
Eşleriniz, çocuklarınız, dostlarınız, komşularınız ve çevrenizle Hazreti Havva’nın Hz. Ademle, Hz. Hatice’nin Hz. Muhammed (s.a.v.) ile Hz. Fatımanın Hz. Ali ile dünyalarını cennet edip ahiretteki cennete layık oldukları gibi sizde iki dünyanızı da cennet eylemek için çalışınız. Rabbimiz yardımcımız olsun......Amin
Kayna k: Şifa Tevsiri Mahmut Toptaş'ın – Hazırlayan Tahir Eĝerci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder