Pazartesi, Mart 12, 2007

Selam


Sayı 31 Selam


Rahman olan Allah'ın adıyla
Aziz kardeşim Abdullah Yakub'a
Beni uyaran ve bana faydalı olan mektubun için sana teşekkür ediyorum. Senin mektubunu aldıktan sonra duvarda asılı bulunan "Bugün Allah için ne yaptın?" ifadesine tekrar tekrar baktım ve senin yazdıklarını düşündüm.
Evet, aynı yanılgıyı ben de yaşıyordum!. Hergün o ifadeye baktığım zaman Allah için yaptığım bazı eylemler aklıma geliyor ve rahatlamama neden olabiliyordu. Oysa senin yazdıkların doğru. Allah için yaptığımız amellerin değil, Allah'tan gayrisi için yaptıklarımızın ve Allah için yapmamız gerekirken yapmadıklarımızın hesabını vereceğiz. Fakat şaşırdım Yakup!
Yıllarca bu ifadeye bakmamıza rağmen nasıl oldu da bunu farkedemedik? Yoksa uyumak İfadesinden kastedilen şey bu mu? Bu konuda uyuyor muyduk? Uyuyorsak, neden uyanmadık? Uyanmamıza engel olan şeyler nelerdi?.. Bunları cevaplandırmak istiyorum. Çünkü uyuduğum daha birçok mesele olabilir. Karşılaştığımız bu durumun tehlikeli yönü ise uyuduğumuzu da bilmiyoruz. Mesala "Bugün Allah için ne yaptın?" ifadesine baktıktan sonra yaptığını bazı amellerle kendimi teselli ettiğim zaman uyuduğumu bilmiyor ve kendimi uyanık zannediyordum. Şimdi daha iyi anlıyorum ki bunun nedeni, yaşadığım yanılgı, bu ifade üzerinde yeterince düşünmemekten kaynaklanıyor. Çünkü bu ifade bizlere alışılagelmiş yorumuyla birlikte verildi. Bunun için düşünmedik ve düşünmeye bile gerek duymadık bu ifade üzerinde. Peki, ya diğer kabullerimiz ne olacak?
Bunun gibi daha birçok ifadeyi de bize empoze edilen yorumuyla birlikte ve yeterince düşünmeden kabullenmedik mi?
Sözü fazla uzatmaya gerek yok kardeşim. Kur'an-ı Kerim'in emrine uyarak düşünmemiz ve akletmemiz gerekiyor, ilahi vahiy üzerinde düşünmemiz. vahyi anlamamıza yardımcı olabileceği gibi beşer kaynaklı ifadeler üzerinde düşünmemiz de bu ifadeleri tahlil etmemizi ve doğruyu yanlıştan ayırabilmemizi mümkün kılacaktır. Gerçi düşünmekten kastettiğim şey, salt düşünce değil. Düşünmek, müslümanm fiillerinden sadece bir tanesidir. Müslüman düşünür, ancak sadece düşünür değildir. Senin de bildiğin gibi sadece düşünen ve insanları düşünmeye davet eden kardeşlerimiz de vardır.
Bu daveti makul karşıladığımız halde, bu daveti gündeme getiren kardeşimizin durumunu makul karşılayamıyoruz.
Çünkü bu kardeşlerimiz düşünce sonrası davranışlarda ihmalkar oldukları gibi hangi meselelerin, nasıl ve ne kadar düşünüleceği konusunda da olumlu ve bilinçli bir yaklaşım gösteremiyorlar. Hani toplumdan uzaklaşarak fildişi kulelerine çekilen bazı düşünür ve yazarlardan söz ederler. Tabi ki müslümanlar arasında da böylesi kimseler var. Bu gibi kimselerle konuştuğum veya bunların düşüncelerini ifade eden bazı yazılarını okuduğum zaman bizim Cengiz'in anlattığı bir kıssa aklıma geliyor. Ve bu kimseleri kıssadaki kırkayağa benzetiş onun. Kıssayı sana da anlatayım., Kaplumbağa önünden geçen kırkayağı durdurarak ona sorar..
- Yürüyeceğin zaman Önce hangi ayağınla adım atıyorsun?
Bu soru karşısında şaşıran kırkayak,

-Dur, düşüneyim!., demiş.

Başlamış düşünmeye!... Düşünmüş, düşünmüş, düşünmüş ve böylece düşünür kalmış!.
ilk önce hangi ayağıyla adım atacağını ve nasıl yürüyeceğini derin derin düşünen ancak yürüyemeyen bir düşünür olmuş!..
Bu kıssayı müslümanlara anlattığım zaman gülüyorlar Yakup! Hoşlarına gidiyor bu kıssa.. Fakat birçok şeyi düşünen müslümanlar, kıssadaki kırkayağa benzeyip, benzemediklerini hiç düşünmüyorlar! Bense özellikle entel olarak nitelendirilen birçok müslümanın durumunu, kıssadaki kırkayağın durumundan pek farklı görmüyorum. Çünkü müslümanın. müslüman olma hasebiyle yerine getireceği gayet tabii davranışlar dahi, bu kimselerin gündeminde bir tartışma meselesi olmaktadır!. Oysa bu gibi dayanışlar, müslümanların tabii davranışlarıdır. Ashab-ı kiram bu davranışların felsefi tartışmalarına girmeden, bu davranışları olağan olarak yerne getiren müslümanlardır. Senin de bildiğin gibi Kur'an-ı Kerim'de mü'minlerin vasıflarından bahsedilirken, bunların birçok ilahi hükme karşı yaklaşımları "işittik ve itaat ettik" demeleridir. Yukarıda belirttiğimiz zihniyet ise söz konusu yaklaşımlarıyla., "işittik, düşünüyoruz, tartışıyoruz, akletmeye çalışıyoruz, mütaala ediyoruz ve nasip olursa, ömrümüz yeterse, işimiz, gücümüz, sosyal konumumuz ve yasalar elverirse itaat edeceğiz!" demektedirler.
Mektubun başında bilmeyerek uyuduğumuzdan, uyuyabildiğimizden veya daha açık ifadeyle uyutulabiidiğimizden söz ettim. Kaldı ki uyuduğumuzu da bilmıyoru Uyanık kabul ettiğimiz kimselerin üzerinde daha kaç yorgan var, tahmin bile edemiyorum!. Uyuyan, ancak uyuduğunu bilmeyen ve bunun da ötesinde kendilerini uyanık zanneden kimselere 'Uyanın' demenin ne faydası olabilir ki?

Bir konferans salonunu dolduran binlerce insana "insanların artık uyanması gerek" diyerek hitap etsen, herkes kabullenir ve herkes tasdik eder bu ifadeyi. Ancak uyanmaları gereken insanlar, hep kendi dışlarındaki insanlardır!.. Kendi dışlarındaki insanların uyanmalarını isterler!. Çoğu kez kendilerini uyutan ninnileri tekrarlıyarak, başka insanların da uyanmalarını (!) arzu ederler.
Kendilerinin uyanmaya ilişkin bir problemleri yoktur. Çünkü bunlar zaten uyanıktır!, "insanlar gaflettedir şeklinde bir ifade kullansan. bu ifadeden hep gayrimüslimler akla gelir. Kendilerine 'Müslüman' denilen kimselerin gaflette olmaları mümkün mü'? Oysa ki çevremizdeki bu müslümanlara ve kendi halimize baktığımız zaman "Müslümanlar birçok konuda gaflettedir' ifadesini utanarak ve üzülerek söyleyebiliriz. Bunun aksini iddia edenler varsa, bil ki üzerlerindeki yorganın ağırlığından ne söylediklerinin farkında değiller.
Çünkü "Müslümanlar birçok konuda gaflettedir" ifadesini nefsimizi zemmederek sahte bir tevazuyla söylemiyoruz. Hem tevazuda bulunacak halimiz mi var?
Hangi mertebelerdeyiz ki, bu mertebelerde kibirlenmeyip alçak gönüllü davranalım!.
Alçak gönüllü davranmak bir yana, bulunduğu hal üzerine davranan ve bu davranışıyla karşı tarafın gönlünü bulandırmayan kaç kişi var ki?

Kur"an-ı Kerim'e yabancı olmayan bir müslüman olarak "Müslümanlar birçok konuda gaflettedir" ifadesini, üzerine basa basa söylüyorum. Müslümanlık ifadesinden kastedilen şey, Kur'an-ı Kerim'e göre müslümanlıksa,
-Ki şüphem yoktur- kendilerine 'Müslüman´ denilen kimseleri ve kendimi işaret ederek "Müslümanlar birçok konuda gaflettedir diyorum.

Resulullah (s.a.v.) "Müslümanın hayırlısı odur ki, kendisini gördüğünüz, zaman Allah'ı hatırlarsınız" buyurmakta. Peki, gördüğümüz müslümanlar bizlere neyi hatırlatıyor Yakup? Hizipleri, değişik grupları, okulları, imtihanları, sermaye sıkıntılarını, gelmeyen alacakları, ödenemeyen borçları, geçim dertlerini, seçimleri, bekarlık sıkıntılarını ve evlilik problemlerini hatırlatmıyorlar mı?

Hangi nıüslumanla karşılaştığımız zaman Allah'ı hatırlıyoruz? Veya hangi müslümanla karşılaştığımız zaman halimizle, tavrımızla, yüzümüzdeki kutsal dert ve gözlerimizdeki engin merhametle Allah'ı hatırlatıyoruz? Bizi gören birisi, "işte Allah'ın bir kulu" diyerek Allah'ı hatırlıyor mu? Nerede bu hayırlı müslümanlar?

Kendilerini gördüğümüz zaman Allah'ın ayetlerini hatırlayacağımız müslümanlar nerede? Yaşayan ayetler olarak karşımıza çıkacak ve demokratik çoğunluğun 'Ey deliler´ diyeceği, ey sevgililer, en sevgililer nerede Yakup?Yok mu? Peki bu meydandakiler, bu sokaktakiler, bu camidekiler kim? Biz kimiz Yakup? Hayırsız müslümanlar mı? Bizlerde hayır yok mu?
iyimserlikle söylediğimiz "Gaflet" ifadesinin arkasına sığınmamız gerek. Çünkü yaşanılan halin en iyimser yorumu bu. Aksi halde isyankarlıkla, aşıklıkla ve münafıklıkla itham edilmeleri gerekir ki samimi bulduğum birçok kardeşimi bundan tenzih ediyorum. Ancak bildikleri birçok şeyi yeterince anlamadıkları, telaffsuz ettikleri birçok gerçeği yaşayıp hissedemedikleri ve dolayısıyle bir gaflet içinde bulundukları aşikar.

Sana halimizle ilgili küçük bir örnek vereyim.,
Geçtiğimiz günlerde Efendimiz(s.a.v.)'in bir buyruğu ile karşılaştım. Müslümanların birbirini sevmesi ve bu sevginin ziyadeleşmesi İçin Resulullah (s.a.v.)'in müslümanlara hikmetli bir tavsiyesi var.
Müslümanların birbirlerine selam vermeleri ve aralannda selamı yaygınlaştırmaları...
Anlamadım, anlayamadım önce.! Müslümanların birbiriyle selamlaşmasıyla, müslümanlar arasındaki sevgi nasıl ziyadeleşir? Senelerdir selam verdiğim müslümanları düşündüm. Devamlı selamlaşan müslümanları düşündüm. Bu düşüncelerle köyde bir saat dolaştım. Selam verdiğim insanların yüz ifadelerine, bunların gözlerine baktım.
Yoktu Yakup, yoktu bir değişiklik!.
Kahvenin bahçesinde Musa dayının yanına oturdum. Verdiğim selamı esneyerek alınca nedense şaşırdım. Aslında alışık olduğum böylesi davranışlar karşısında şaşırmamam gerekirdi. Sonra kendime ve Musa dayıya çay söyledim.

Baktım ki Musa dayının gözleri güldü, sevindi kendisine çay söylediğim İçin.
Verdiğim selama gülmeyen gözler, bir bardak çaya gülmüştü!.
Müslümanların nelere sevindiğini ve kimleri sevdiğini düşünmeye başladım.
Hadis-i şerifdeki buyruk "Aranızdaki sevginin ziyadeleşmesi için birbirinize çay
ısmarlayın" şeklinde olsaydı, yaşadığım duruma uygun olabilecekti.
Ne var ki hadis-i şerifte çaydan değil selamdan söz ediliyordu.
Gerçi selama sevinen kimseler de vardı.
Mesela köy muhtarına kaymakamın selamı söylense kaymakam yanına gelmiş gibi
heyecanlanıyor, bu selama muhatap olmanın sevincini yaşıyor ve kendisine bu selamı
getirene köpek gibi kuyruk sallıyordu.
Çünkü kendisine gelen selam, kaymakamın selamıydı!.
Aynı muhtara Allah'ın selamını söylesen burnunu karıştırarak sana bakacak ve
"Ne istiyooon leeen!" diyecektir. Bu duruma şaşırmaya gerek yok Yakup. Nasreddin hoca
"Ye kürküm ye" derken, itibarın kürke olduğunu belirtmişti. Tabi ki zamanımızda durum
daha da değişti. Şimdi itibar kürke değil, kürkün ilk sahiplerine ..!
Sadece kürkü giymek yetmiyor artık, ayrıca kürk ile ünsiyet sağlamak ve kürkün ilk
sahiplerine (hayvanlara) benzemek gerekiyor..
Hemeyse, sevmiyorlar işte, itibar etmiyorlar Allah'ın selamına. Fakat Allah'ın selamına
karşı duyarsız olan bu kimselere "Allah'ın laneti üzerinize olsun" desen, gözleri büyüyecek, bakışları değişecektir bu şaşkınların!.
Peki neden?
Lanet ifadesine kızan bu kimseler, selam ifadesine neden sevinmiyorlar ki!

Musa dayı ile çayları içerken yanımıza ibrahim abi geldi ve selam vererek oturdu. Tabi ki
aldık selamını. Ancak aradan birkaç saniye geçtikten sonra irkildiğimi hissettim Yakup.
Çünkü bende de hiçbir değişiklik olmamıştı. Benim de gözlerim gülmemiş ve ben de pek
sevinmemiştim selama. Demek ki kendi dışımdakileri yargılarken aynı gaflet bende de
vardı. Ben de selam sevincini yaşamamıştım. Oysa hadis-i şerife göre bir müslümanın
selam ile sevinmesi ve selam veren müslümanı sevmesi gerekiyordu.O halde neden
sevinmemiştim? Sevinmem gerekirken neden sevinmemiştim?
Bunu anlayabilmek için önce "Neden sevinecektim?" sorusunu sordum kendime.,
Neden sevinecektim?
Cevap aşikardı, bana Allah'ın selamı verildiği için.. Bu cevap yankılanmaya başladı bende.
Allah'ın selamı verildiği için..!
Bende yankılanan bu cevabı ve selamın mahiyetini düşündükçe kendime gelmeye başladım.
Cevap bende netleştikçe "Neden sevinecektim?" sorusunu soran Salih'ten(kendimden)
utanmaya başladım, utanmaya başladım kendimden!.
Bana verilen selam, Allah'ın selamıydı. Mü'minlerin afiyetini, selametim ve emniyetini
dileyen Rabbimiz, bu yüce nimeti mü'minlere lütfetmiş ve buna talip olmalarını, bunu
istemelerini ve bunu temenni etmelerini
Çünkü Rahman ve Rahim olan Rabbimiz, selamın içerdiği nimeti mü'minlere vermeyi dilemişti. Muhtaç olduğumuz bu nimete talip olmamızı ve bunu birbirimize temenni etmemizi buyuran Rabbimizin, bu buyruğundaki hikmet neydi? Bizler buna talip olacağız ve bunu temenni edeceğiz de, Rabbimiz vermeyecek mi? Şanı yüce Rabbimiz vermeyeceği bir şeyi mi istememizi buyuruyor? Elbetteki değil.

Alemlerin Rabbi olan Allah (c.c.) selamın içerdiği nimetleri mü'minlere lutfetmeyi dilemiş ve kendi selamını verme yetkisini mü'minlere vermiştir. Allah'ın selamını verme yetkisi!.
Bu yetkiye sen sahipsin, bu yetkiye ben sahibim, bu yetkiye bütün mü'minler sahip Yakup. Biliyorsun Cebrail (a.s.) 'a da veriliyordu, bu yetki ve Cebrail (a.s.) bu yetki ve Allah'ın izni ile Allah'ın kullarına Allah'ın selamını getiriyordu. Peki Yakup, müminin verdiği Allah'ın selamı ile Cebrail (a.s.)'ın verdiği Allah'ın selamı arasında ne fark var kardeşim? Biliyor ve iman ediyoruz ki Allah'ın selamı, aradaki elçinin vasfına göre değer kazanabilecek bir şey değildir. Allah'ın selamı bizatihi yüce bir değerdir. O halde düşünelim Yakup!..
Cebrail (a.s.) bize gelse ve Allah'ın dilemesiyle bize "Allah'ın selamı ve rahmeti üzerinize olsun" dese, bu selam karşısında ne hissederiz? Seviniriz, çok seviniriz değil mi?
Peki bir mü'minin verdiği selama da böyle sevinmemiz gerekmez mi? Her iki selamın da içeriği aynı değil mi? Her iki selam da, Allah'ın selamı değil mi? Selamı getiren her iki elçi de buna yetkili değil mi?

Kadere iman eden ve karşılaştıkları her hayrı Allah'tan bilen mü'minlerin, her iki selamın da hayır olduğunu idrak etmeleri, bu hayrı Allah'tan bilmeleri, karşılaştıkları bu hayır ile sevinmeleri ve bu hayra vesile olarıda sevmeleri gerekmez mi? Gerekmez mi kardeşim?
Ve gelelim günümüze, ve bakalım her gün yüzlerce kez selamlaşanlara!..
Her gün selamlaşmalarına rağmen ne verdiklerini ve ne aldıklarının bilincinde olmayan ve dolayısıyla aldık zannetmelerine rağmen almadıkları selamdan ve selamın içerdiği nimetlerden uzak kalan şu insanlara bakalım. Ki bunların çoğu kendilerini islam'a ve müslümanlığa nisbet edenlerdir. Daha selam bilincine varmayan ve selam sevincini yaşamayan bu müslümanlar. büyük özlemler ve büyük hesaplar peşindedir!.
Durumlarıyla İlgili sadece bir örnek verdiğimiz bu müslümanlan uyanık kabul ederek, bu müslümanlarla ciddi eylemlere soyunmak için, bunlar gibi uyanık! olmak gerek Yakup. Çünkü bu uyuyanları, ancak onlar gibi uyanıklar uyanık kabul eder!. "Müslümanlar birçok konuda gaflettedir" diyorum. Bu ifadeden kendimi müstağni tutmadığım gibi kendimi bu İfadenin odak noktasında kabul ediyorum. Çünkü anladım Yakup, anladım müslümanın nasıl ve nice olması gerektiğini..
Mekke'deki müslümanları gördüm,Bilal'ı gördüm,Hattabı gördüm, Musa'bı gördüm,Yasir ailesini gördüm.. Gördüm hep bunları... Ve anlamaya çalıştım kızgın kayanın altında direnen Bilal'ın, direnme gücünü!. Ve anlamaya çalıştım Musabın neleri terkedip nelere talip olduğunu!.

Ve anlamaya çalıştım er kişileri geride bırakan Sümeyye validemizin neye sahip olduğunu ve sahip olduğu şeyden neden vazgeçmediğini!.
Ve anlamaya çalıştım alemlere rahmet olarak gönderilen ve mü'nıinlere karşı çok merhametli olan Resulullah (s.a.v.)'in Yasir ailesinin durumuna nasıl sabrettiğini! Bilal'in göğsüne, bir mü'minin göğsüne konulan kızgın kayayı gören rahmet peygamberinin ve diğer mü'minlerin durumunu düşündüm. Bilal'ın göğsünde kızgın bir kaya varken, bu olayı gören mü'minlerin göğsünde ateşten bir dağ olduğunu anladım. Şimdiye kadar Bilal'ın nasıl sabrettiğini düşünürken, Bilal'in bu durumunu gören mü'minlerin nasıl sabrettiklerini, nasıl sabredebildikleri düşündüm!..
Bütün bunları anlamaya çalıştım kardeşim... işte bütün bunları gördükten ve bunları anlamaya çalıştıktan sonra kendime bakıyorum.,
Gönlüm bulanıyor, üzülüyorum, sıkılıyorum, utanıyorum Yakup..
Bazı konularda bir Bilal gibi değil, Bilal'ın göğsündeki bir taş gibi olduğumu hissediyorum.
Çevremizdeki kardeşlerimi de pek farklı görmüyorum, göremiyorum..
Peki nasıl olacak, nasıl olacak kardeşim?
Nasıl bir ve beraber olacağız?
Mus'ab'ın terkettiği şeylerin peşinden koşan kimselerle nasıl bir olacağız ve Mus'ab'ın kutlu eylemlerine nasıl soyunacağız? Nasıl soyunabileceğiz?
Böylesi kimliklerle soyunursak, ayıp ve çirkin yerlerimiz açığa çıkmayacak mı?
Herneyse, bu dertli mektubu daha fazla uzatmak istemiyorum.
Allah'ın selamı üzerine olsun Yakup..
Şimdi diyeceksin ki "Bana gerçekten Allah'ın selamı mı var?"
Rabbimin izniyle bu mektup eline geçmişse ve bunu okuyorsan ve cılız ifadelerimin gerisindeki anlatmaya çabaladığım manayı Rabbimin lutfuyla anlamışsan. elbetteki, elbetteki 'Allah'ın selamı mı var sana' var kardeşim.. Kardeşin Salih..!

Hazırlayan : Coşkun Altuntaş
Kaynak : Şafak mektupları
Mehmet Alataş

Hiç yorum yok:

Zevk için minareleri yıkıyorlar.