Pazartesi, Mart 12, 2007

Şirk



Sayı 9 Şirk


"Onların çoğu, Allah'a ortak koşmaksızın O'na inanmazlar. "
Yusuf Suresi Ayet : 106

Olayları, olguları ya da kişileri değerlendirirken, yeryüzü kökenli değer ölçütlerini benimseyerek Allah'a ortak koşarlar! Yarar da zarar da Allah'ın elinde olmasına karşın, bunları sadece nedenlere bağlayarak bir tür determinizmle O'na, Allah'a ortak koşarlar! Tek bir olan Allah'ın şeriatını temel almamış bir yönetici ya da yönlendiriciye itaat ederek; Allah'ın gücü dışında bir güce boyun eğmek suretiyle O'na ortak koşarlar! Allah'ın dışında, O'nun kullarından birine umut bağlamakla Allah'a ortak koşarlar!
Aslında diğer insanların bir tür beğenisini kazanabilmek amacıyla kendilerini feda ederek Allah'a ortak koşarlar!
Bir yarar sağlamak ya da bir zararı bertaraf etmek için cihada katıldıklarında, Allah'dan başkasının rızasını gözeterek Allah'a ortak koşarlar! İbadet sırasında Allah'ın yanısıra, başkalarının da hoşnutluğunu kazanmaya çalışarak Allah'a ortak koşarlar! .. Bu nedenledir ki Peygamberimiz: "İçinizdeki şirk, karıncanın ayak seslerinden bile sessizdir!"
Hadislerde bu gizli şirke ilişkin, başka örnekler de yeralmaktadır: Tirmîzî'nin, İbn Ömer'den aktardığına göre, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
"Allah'dan başkasının adına üstüne yemin eden, Allah'a ortak koşmuştur!"
İmam Ahmed, Ebu Davud ve diğer hadis imamlarının, İbn Mesud'dan aktardıklarına göre Peygamberimiz: "Büyücülük ve muskacılık, şirktir!" buyurmuştur.
İmam Ahmed'in Müsned adlı eserinde, Ukbe bin Amir'den aktardığına göre, Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:
"Muska ya da nazarlık taşıyan, Allah'a ortak koşmuştur!".
Ebu Hureyre'den de şu şekilde bir hadis aktarılır: "Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle dedi: "Allah buyuruyor ki: "Ben ortaklara en muhtar olmayan en uluyum. Kim işlediği herhangi bir amelde başkasını bana ortak koşarsa, onun bana koştuğu ortakla başbaşa bırakırım."
İmam Ahmed, Ebu Said bin Ebı Fedale'den şu hadisi aktarır: "Resulullah'ın -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle dediğini duydum:
"Hakkında en ufak bir kuşkuya yer bulunmayan kıyamet gününde Allah, ilk insandan son insana varana dek herkesi biraraya topladığında bir münâdî; `Allah için yaptığı bir işte O'na ortak koşmuş kimse varsa, yaptığının karşılığını gitsin o ortak koştuğundan istesin! Çünkü Allah, ortaklara en muhtaç olmayan en uludur..." diye seslenecektir.
Yine İmam Ahmed, Mahmud bin Lebid'den şöyle bir hadis aktarmaktadır:
"Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun- "Sizin adınıza en çok korktuğum, küçük şirktir" buyurdular. Çevresindekiler bunun üzerine: "Ey Allah'ın elçisi! Küçük şirk nedir?" diye sordular. O da buna cevap olarak dedi ki: "Riyâdır! Kıyamet gününde insanlar yaptıklarıyla birlikte huzura geldikleride Allah onlara: `Hadi şimdi dünyadayken kendilerine riya yapıp gösterişte bulunduğunuz kimselerin yanına gidin! Bakalım onlar size yaptıklarınızın mükafatını verebilecekler mi!' buyuracaktır."
İnananların kendilerini kollayıp imanlarını koruyabilmeleri için sürekli dikkatli olmaları gereken gizli şirk işte budur.
Bir de gözle görülür apaçık şirk vardır. Bu da yaşama ilişkin herhangi bir meselede Allah dışında herhangi bir kimseye boyun eğilmesidir! Allah'ın şeriatı dışında bir şeriatla yargılanmayı kabul etmektir! -Bunun şirk olduğu tartışma götürmeyecek denli kesindir!- Allah'ın belirlemediği bütünüyle insanların çıkardığı bayramları ya da törenleri benimsemek vb. biçimde herhangi bir geleneği kabullenmektir! Allah'ın bırakacak, Allah'ın buyruğuyla çelişecek bir kıyafet modelini benimsemektir!..
Bu tür konularda, kulların Rabbinin apaçık buyruğunu bir yana bırakarak, kulların çıkardıkları yaygın sosyal bir geleneği benimseme ve kabullenme sözkonusu olduğundan, yanlış hareket etme suretiyle işlenen günah sınırlarının da ötesine geçmektedir... Zira böyle bir durumda sözkonusu eylem, günah değil, düpedüz şirktir! Neden diye sorulacak olursa, bu tür bir eylem, Allah'ın buyruğunun tam tersine, Allah dışında bir otoriteye boyun eğmenin göstergesidir! Bu açıdan sözkonusu türden bir eylem, oldukça korkunç ve tehlikeli bir iştir...
Nitekim bu noktada Allah'ın sözü de açıktır:"Onların çoğu Allah'a ortak koşmaksızın O'na inanmazlar."
Bu ayet, Arap Yarımadası'nda Peygamberimizle bizzat karşılaşmış bulunan kimseler için geçerli olduğu gibi, daha sonraki zamanlarda yaşayan ve dünyanın neresinde olursa olsunlar, tüm insanları kapsamı içine alan bir tespittir.Varlıklar dünyasının dört bir yanında karşılaştıkları Allah'ın ayetlerini umursamayan; hiçbir ücret istenilmeksizin kendilerine sunulmuş bulunan Kur'an ayetlerinden yüz çeviren bu insanlar, daha neyi beklemektedirler acaba? Evet, neyi beklemektedirler?
Acaba onlar, hepsini birlikte çarpacak, yaygın bir ilahi azaba uğramayacaklarından ya da farkında olmadıkları bir sırada ansızın kıyametin başlarına kopmayacağından emin midirler?"Bu, onları aymazlıklarından (gafletlerinden) uyandırıp kendilerine getirebilmek, bu aymazlıklarının beraberinde taşıyacağı kötü sondan onları sakındırabilmek için, sözkonusu kimselerin duygularına yönelik güçlü bir dokundurmadır.
Hiç kimsenin ne zaman gerçekleşeceğini bilemediği Allah'ın azabı, bir anda başlarında kopu verebilecek kıyametle, onların tümünü birden kasıp kavurabilir elbet.
Kimbilir, belki de gelip kapıya dayanmış durumdadır kıyamet. O dehşetengiz, o korkunç gün belki de gelip ansızın kapılarına dayanmıştır, ama onlar bunun farkında bile değildirler. Gayb, bir başka deyişle, yarının neye gebe olduğu, sözcüğün tam anlamıyla kapalı bir kutudur! Bu bağlamda ne göz işe yarar, ne de kulak! Bir anda neler olup biteceğini hiç kimse bilemez! Dolayısıyla o aymazların, böyle bir konuda nasıl güven içindedirler!
Bir yanda Kur'an'da Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun- peygamberliğini açıkça kanıtlayan ayetler ve de insanlar görsün diye evrenin dört bir köşesine serpiştirilmiş durumdaki Allah'ın diğer ayetleri... Bir yanda da, yanlarından geçip durdukları halde tüm bu ayetleri umursamayarak yüz çeviren; Allah'a ama gizli, ama açık bir biçimde ortak koşan kimseler... Varsın bu tür kimseler çoğunlukta olsunlar! Peygamberimiz ve onun gösterdiği doğru yolun yolcuları, yollarına devam etmektedirler! Onlar sapıtmadıkları gibi, sapıklardan da zerre kadar etkilenmemektedirler:hiç
Ey Muhammed, de ki; "İşte benim yolum budur, ben inandırıcı kanıtlar göstererek insanları Allah'a çağırırım. Bana uyanlar da öyle yaparlar. Allah'ı her türlü noksanlıktan uzak tutarım. Ben Allah'a ortak koşanlardan değilim. "Yusuf Suresi Ayet : 108
Evet ey Muhammed, sen onlara de ki:
"İşte benim yolum budur!"
En ufak bir eğrilik, bir kuşku ya da şüphenin asla sözkonusu olmadığı, dosdoğru biricik yoldur benim yolum.
"Ben inandırıcı kanıtlar göstererek insanları Allah'a çağırırım. Bana uyanlar da öyle yaparlar."
Bizler Allah ve O'nun ışığı sayesinde doğru yoldayızdır. Yolumuzu iyi biliriz. Bu yolda her adımımızı görerek, anlayarak, bilerek atarız. Ne kösteklenir, ne düşer, ne de sendeleriz! Bizim için net mi net apaydınlık bir yoldur bu. Allah'ı, O'nun ilahlığına yaraşmayacak niteliklerden uzak tutarız. Kendimizi, Allah'a ortak koşanlardan ayırır ve uzak tutarız:
"Ben, Allah'a ortak koşanlardan değilim."
Şirkin, Allah'a ortak koşmanın açığına da gizlisine de yer yoktur bende! İşte benim yolum budur! Dileyen gelsin katılsın! Gelip katılmayanlara gelince, arzuları bilir! Onlar katılmasa da ben, dosdoğru yolumda yürümeye devam ediyorum.. Allah yolunun davetçisi konumundaki insanlar, işte bu ayrımı mutlaka yapmak durumundadırlar. Kendilerinin tek bir ümmet olduklarını; inançlarını kabullenmeyenlerden, kendileri gibi hareket etmeyenlerden, liderlerinin buyruklarını yerine getirmeyenlerden ayrı olduklarını mutlaka açıkça duyurmak durumundadırlar!
Kısacası kendilerini net bir biçimde ayırmak, kendileri dışındaki kimselerle içiçe bulunmamak durumundadırlar. Bu dine mensup insanların, cahili toplum içerisinde eriyip gitmiş bir biçimdeyken, başkalarını kendi dinlerine davet etmeleri yeterli değildir! Zira böylesi bir davetle, kıyamet-i harbiyesi olan hiçbir sonuç elde edilemez! Bu insanların daha ilk günden itibaren yapacakları birinci iş, kendilerinin cahiliyeden bütünüyle farklı apayrı bir grup olduklarını açıkça söylemek;
kendilerini başkalarından ayırıp İslâm inancının kaynaştırdığı ve İslâmcı liderlerin yönettiği özel bir topluluk haline getirmektir... Özetle Allah yolunun davetçileri, kendilerini cahiliye toplumundan ayırmak zorunda oldukları gibi, yöneticilerini de cahiliye toplumunun yöneticilerinden ayırmak zorundadırlar!
Aksi taktirde, onların cahiliye toplumu arasına karışmaları, bu toplumla kaynaşmaları, cahiliye yönetiminin şemsiyesi altında kalmaları durumunda sonuçta, inanç sistemlerinin tüm gücü, çağrılarının yaratabileceği tüm etki, bu yeni çağrı için sözkonusu olabilecek tüm çekicilik korkunç bir erozyona uğrayarak silinip gidecektir.
Bu gerçek, sadece müşrikler arasında çağrıda bulunan Peygamberimizin durumuyla sınırlı değildir. Cahiliye hortladığı ve insanların hayatına egemen olduğu her dönemde ve her durumda geçerlidir... Üstelik yirminci yüzyıl cahiliyesinin, temel öğeler ve ayırıcı nitelikler açısından, İslâm çağrısının tarih boyunca yüzyüze geldiği diğer cahiliye sistemlerinden farklı olduğu da söylenemez!
Kimileri cahiliye toplumuna ve cahiliye çevrelerine karışarak; bu tür toplumlara ya da çevrelere yavaşça sızarak sonuçta İslâma davet noktasında birşeyler yapabileceklerini sanıyorlar... Bu biçimde düşünenler, İslâm inancının özünü kavrayamadıkları gibi, insanların yüreklerine nasıl girilebileceğinden de habersizdirler!.. Tanrıtanımaz (ateist) hareketler bile kendi kimliklerini, düşüncelerini ve yaklaşımlarını bizzat ortaya koymaktadırlar! Yani, İslâmın davetçisi müslümanlar mı kendi gerçek kimliklerini ortaya koymayacaklar? Müslümanlar mı kendi yollarını; cahiliye yöntemlerinden büsbütün farklı kendi sistemlerini açıkça ortaya koymayacaklar?

Kaynak : (Fizilal´il Kur´an (Seyyid Kutub)
Hazirlayan : Tahir Eğerci



Hiç yorum yok:

Zevk için minareleri yıkıyorlar.