Pazartesi, Mart 12, 2007

Münafiklar ve özellikleri


Sayı 18
MÜNAFIKLAR
VE
ÖZELLiKLERi
Kur'an-ı Kerim'in altmış üçüncü sûresi. On bir âyet, yüz seksen kelime ve yedi yüz yetmiş altı harften ibarettir. Fasılâsı nun harfidir. Medenî sûrelerden olup, Hac sûresinden sonra nâzil olmuştur. İlk âyetinden itibaren münâfıklardan bahsettiği için bu adı almıştır.
Münafık kalben inanmadığı halde, çeşitli sebeblerden dolayı inanmış görünerek mü'minlere zarar vermeye çalışan kimselere verilen isimdir.
Medine'de inen sûrelerde, münâfıkların durumu sürekli olarak ele alınmış, hilelerinden söz edilmiştir. Ancak, mustakil olarak, münâfıkların durumu her yönüyle yalnızca bu sûrede işlenmektedir. Bakara sûresinde, muttakiler, kâfirler ve münâfıkların hallerinden bahsedilmişti. Muttaki ve kâfirlerin sıfatlarıyla alâkalı konular, Saf ve Cuma sûrelerinde genişçe işlenmişti. Münâfıkûn sûresi ise, Bakara sûresinde münâfıklardan bahseden
âyetlerin tafsili ve tamamlayıcısı durumundadır.İslâm toplumu içerisinde münâfıklık, Medine döneminde ortaya çıkmıştır. Bunun sebebi gayet açıktır; Mekke döneminde müslümanlar azınlıkta olan ve sürekli ezilen bir topluluk olduğu için, kimsenin onlardan çekinmesi veya onlara hoş görünmeye çalışması diye bir şey sözkonusu değildir. Bunun için, İslâm düşmanları gizlice düşmanların aleyhine çalışıp, yüzlerine karşı gösteriş yaparak kendilerini müslüman göstermek ihtiyacında değillerdi.Medine de ise durum tamamen değişikti. İslâm Medine'de güçlü bir konuma gelmişti.
Hz. Peygamber, Medine'ye gelir gelmez, Medine şehir devletinin tabiî başkanı kabul edilmiş ve bütün işler onun emirlerine göre düzenlenmeye başlanmıştı.
Müslümanlar, gün geçtikçe kuvvetlenen siyâsî ve askerî bir güç olmuştu. İslâm dairesi
gazalarla her gün biraz daha genişliyor, müslümanlar sürekli güçleniyordu. Bu durumda,
Medine'de hiç kimsenin açıkça müslümanların karşısına çıkacak gücü yoktu. Putperestlik duyguları içerisinde kıvrananlar, kalplerinde kin ve nefret ateşiyle tutuşanlar ortaya çıktıkları ah imha edileceklerini bildikleri için, Hz. Peygamber'in davetine ve nüfûzuna karşı çıkamıyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.s)'e hoş görünüp, dinin icaplarını zahiren yerine getirerek, müslümanlarla yardımlaşmaktan başka bir çareleri yoktu.Bunun için oyunlarını, hilelerini, desiselerini aldatıcı bir uslûbla yürütüyor, tuzaklarını
kurmak için, uygun fırsatları gözetliyorlardı. Bu münâfıklar, müslümanların sıkışık oldukları durumlarda, kritik anlarda, hemen harekete geçerek çıkan fırsatları değerlendirmeye çalışıyorlardı.
Fakat onların İslâm'a karşı hazırladıkları komploların hiç birisi,
Hz. Peygamber'in gözünden kaçmıyordu. Muhâcir ve Ensar'dan meydana gelen samimi müslümanlar da bu kimselerin durumlarının farkında idiler.Münâfıklar çok etkili olabileceklerini kestirdikleri ban durumlarda küfür ve nifâklarını alenî olarak açığavurmaktan çekinmiyor, hile ve oyunlarıyla isteklerini gerçekleştirmeye çalışıyorlardı.

Bu oyunları Medine'ye Hicret'in ilk zamanlarında çok tehlikeli bir mahiyet arzetmekte idi.

İslâm ile küfür arasındaki mücadele kıyamete kadar devam edecektir.
Kâfirlerin, müslümanları yok etmek, dini yeryüzünden kaldırmak için verdikleri
mücadelenin yöntemlerinden birisi de, nifaktır. İslâm itikadını içten yıkıp, ümmeti birbirine düşürerek parçalamak için, müslümanların arasına, satın aldıkları uşakları vasıtasıyla
girerek faaliyet göstermektedirler. Günümüzde bile bu tür nifak olayları, Asr-ı Saâdet'ten hiç de geri değildir. Niceleri vardır ki, âlim kılığına girerek, İslam'ı tebliğ ediyor görüntüsü altında dinin temellerini tahrib etmeğe çalışmaktadır.İşte Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'de, münafıkların yaptıkları rezaletleri, bir bir ortaya
koyarak hareket ve tavırlarının mahiyetini inananlara haber veriyor. Münâfıkların şeytâni oyunları ve hileleri için mü'minler, uyarılarak, onlara karşı uyanık olmaya çağrılıyor.Münâfıkların en bariz özelliği iki yüzlü olmalarıdır. Gerçek yüzlerini sürekli olarak
gizlemeye azamî gayret gösterirler. Onların bu durumu Kur'ân-ı Kerim'de şöyle açıklanır: "İman edenlerle karşılaştıkları zaman;
"İman ettik" derler. Şeytanlarıyla baş'başa kalınca da; "Şüphesiz biz sizinle beraberiz.
Onlarla sadece alay ediyoruz" derler" (el-Bakara, 2/14).Sûre, ilk âyetine münafıkların çalışma metodunu anlatarak başlıyor. Onlar küfürlerini kalplerinde gizler,müslüman olduklarını, Peygamber'i tasdik ettiklerini söylerler.
Müslümanlara karşı yaptıklari hile ve oyunlarında bir açık verdikleri veya İslâm'a karşı
söyledikleri kötü sözleri duyulduğu zaman, hemen yemin ederek küfürlerinin açığa çıkmasını önlemeye çalışırlar. Yemin, insanları Allah'ın yolundan alıkoymak için arkasına saklandıkları bir siperdir. Onun arkasına saklanarak hilelerinin açığa çıkıp rezil olmaktan kurtulacaklarını sanırlar. Allah Teâlâ, bu durumlarını Peygamberine hitaben şöyle açıklıyor: "Münâfıklar sana geldikleri zaman "Biz şehâdet ederiz ki sen mutlaka Allah'ın rasulüsün"derler. Ve Allah da bilir ki elbette sen, O'nun peygamberisin. Ve Allah şehadet eder ki, münâfıklar muhakkak yalancıdırlar. Onlar yeminlerini kalkan edindiler de insanları Allah yolundan alıkoydular, gerçekten işledikleri ne kötüdür" (1-2).
İnsanların, Allah'ın rahmetinden bir esinti almaları her zaman mümkündür. Ama, önce iman edip sonra küfre dönerek müslümanları kandırmaya çalışanların kurtuluş ümidleri hiç
yoktur. Onlar apaçık deliller karşısında duyarsız bir hale getirilmişlerdir.
"Bu, önce iman edip sonra küf retmiş olmalarındandır.
Bunun üzerine kalpleri mühürlenmiştir de artık hiç anlamazlar" (3). Nasıl anlayabilsinler ki? İmanı tanıyıp onun zevkine erdikten, onun nuruyla aydınlanıp ferahladıktan sonra, kalkıp küfrün o pis, katı, öldürücü havasına dönen kimse, nasıl hidayete erebilir ki?Yer yüzünde Allah'a karşı hile yapmaya kalkışmaktan daha büyük ahmaklık yoktur. Bu yaptıklarına karşılık kalpleri mühürlenmiştir. Hiç bir şeyi idrak etmeleri mümkün değildir.Daha sonra münâfıkların bir tasviri yapılarak müslümanların onlardan sakınmaları emredilir. Onlara bakıldığında, müslüman kılıklıdırlar, görünüşleri İslâmî olduğu için hoş görünür, konuştuklarında ise, herkesten çok âlim ve mücahid kesilirler. Ancak gerçekte onlar hiç bir şey değildirler. Onlar İslâm'ın en azılı düşmanlarıdır. Bunun için, onları tanıyıp zararlarından korunmak icab eder. Kur'an-ı Kerim onları şöyle nitelendirmektedir:"Onlara baktığında gövdeleri hoşuna gider; konuşurlarsa sözlerini dinlersin. Onlar giydirilmiş odunlar gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Düşman onlardır, sakın onlardan. Allah onların canlarını alsın, nasıl olup da döndürülüyorlar" (4).Bu tipler, her an ifşa olacaklarının korkusu ile titrerler. Kendilerinin araştırıldığını ve durumlarının herkes tarafından bilindiğini zannederek korkular içerisinde yaşarlar.
Bunun içindir ki, "Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar".Münâfıklar, kendileri için Allah Teâlâ'dan af dilesin diye Rasulullah (s.a.s)'e götürülmek istendiklerinde, bunu hafife alıp büyüklenerek yüz çevirdiler. Fakat onlar, o kadar korkunç bir durumdadırlar ki, âlemlere rahmet olarak gönderilen ve duası her halükarda kabul edilen bir peygamberin bile, af dilemesinin onlar için faydasız olacağı bildiriliyor; "Sen onlar için af dilesen de dilemesen de Allah onları bağışlamayacaktır.
Şüphesiz ki Allah, doğru yoldan çıkanları hidayete erdirmez" (6).Münâfıklar, müslümanların güçlenmeleri ve Allah'tan başka hiç bir şeyden çekinmemelerinin, Allah'ın verdiği güçten değil de, başka şeylerden ileri geldiğini sanırlar. Bu durum Kur'an-ı Kerim de şöyle ifade edilir: "Onlar Rasûlüllah'ın beraberinde bulunan mü'minlere bir şey vermeyin de etrafından dağılıp gitsinler, diyenlerdir. Şeref ve zillet konusunda da aynı sapık düşünceyi taşırlar..."Münafıklar: "Eğer Medine ye dönersek yemin olsun ki, en şerefli olan en zelil olanı oradan çıkaracaktır" dediler. Oysa şeref Allah'a, peygamberine ve mü'minlere aittir. Fakat münâfıklar bunu bilmezler" (7-8). Bu âyetlerin nüzûlüne sebeb olan olay, Mustalık oğulları Gazvesi dönüşünde Medine münâfıklarının reisi olan Abdullah İbn Ubeyy'in, Hz. Peygamber ve Muhâcirler hakkında sarfettiği sözlerdir Sûrenin sonunda
mü'minler, münâfıklara aid bütün vasıflardan temizlenmeleri için uyarılıyor.
Burada uyarı konusu, dünya imtihanında insanoğlunu sapıtmak için baş sırada yer alan mal ve çocuklardır. İnsan bunların kendisine veriliş hikmetini kavrayamazsa, onları gerektiği gibi değerlendiremez ve onlarla oyalanmaya başlar. Böylece yaratanını unutur ve hüsrana uğrayanlardan olur. Allah Teâlâ, şu âyet-i kerime ile mü'minleri bu tehlikeye karşı ikaz etmektedir: "Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Kim böyle olursa, işte onlar hüsrana uğrayanlardır" (9).Son olarak, mü'mini münafıktan ayıran en önemli nokta zikredilir. Allah'ın verdiği rızıktan infak etmek. Bir münafığın en ayırıcı özelliği; malına sımsıkı sarılarak, ondan başkalarının faydalanmasını engellemektir. Mü'minler bilmeden böyle bir tehlike ortamına girmemeleri için uyarılmaktadır: "...Size verdiğimiz rızıklardan harcayın" (10).
İçinden gerçek anlamda iman etmemiş olup, dışından müslüman
görünen kimse, aslî mânâsını değiştirmeden dilimize geçmiş olan münafık kelimesi İslâm toplumu içinde -çeşitli sebeblerden dolayı ve menfaati icabı kendini müslüman göstererek Allah'a, Rasûlüne ve mü'minlere düşmanlığını gizleyen kimsedir (el-Bakara, 2/8; Âli İmrân, 3/167; el-Mâide, 5/41)"Nifak, kalbte olursa küfür, amelde olursa suçtur" (Kurtubî, Tefsir, VIII, 212).
Bu bakımdan, münafıklardaki nifak hâli îtikâdî ve amelî olarak iki grupta toplanır:1. İtikâdî nifak: Kur'an-ı Kerim'de karakterize edilen, dünyada iken müslüman muamelesi görüp, âhirette inançsızlığı ortaya çıkınca kâfirlerden daha kötü muâmeleye tâbî tutulmasına sebeb olacak olan nifak hali. (en-Nisâ, 4/145) "Akîdenin hilafına îmanda mürâîliktir" (M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, VI, 4997).Kur'an-ı Kerim insanları mü'min, kâfir, münâfık olmak üzere üç grupta toplar (el-Bakara, 2/1-20) ve insanların en kötüsü ve iki yüzlü olanı şeklinde tarif edilen münafıkların şu
özelliklerinden sözeder:İslâm toplumu içinde fesatçıdırlar. "Yeryüzünde fesat çıkarmayın, denildiğinde; "biz ıslah edicileriz" derler", (el-Bakara, 2/9-13). "Müslümanların inandıkları gibi inanın, diye örnek verilince; "biz de o beyinsizlerin inandığı gibi mi inanacağız?" diye itiraz ederler. İnananlarla yanyana gelince de; "sizinle beraberiz" derler. Fakat reisleri ve şeytanlarıyla başbaşa kalınca; "biz onları aldattık" diye alay ederler" (el-Bakara, 2/13-15).İman ile küfür arasında bocalayan münafıklar, bazan Allah'ı hatırlar gibi davranırlar.
Fakat, Allah'a oyun etmeye çalışırlar ve gösterişte bulunurlar.
Namaza da üşene üşene kalkarlar (en-Nisâ,4/142-3). İnsanları Allah yolundan döndürmek için yalan yere yemin ederler (Mücadele, 58/14; Münâfıkûn, 63/2).

Münafıkların kalbi verimsiz toprak gibidir (el-A'raf, 7/58),menfaatlerine göre şekil alırlar, dönektirler (en-Nisâ, 4/141; el-Ankebût, 29/10-11) Asr-ı Saadetteki münâfıklara;
"Hz. Peygamber'in yanına gelmeden önce sadaka verin de öyle gelin" denildiğinde bunların, menfaatlarına dokunduğu için, kaçtıkları tesbit edilmiştir. (Mücâdele, 58/13). Münafıklar bir taraftan da maddî kazanç sağlamak için ahlâk dışı davranışlara başvururlar. Nitekim, münafıkların başı Abdullah İbn Ubeyy b. Selûl, kazanç sağlamak amacıyla câriyelerini zinaya zorluyordu. Bu maksatla bir nevi genelev de kurmuştu. Zina yoluyla câriyelerinden gelir sağlama çabası üzerine, olayı yasaklayan âyet nazil olmuştur (et-Taberî, Tefsir, XVIII, 132; en-Nûr, 24/33).Münafıklar Allah'ı unutup cimrilik yaparak ellerini yumarlar (et-Tevbe, 9/67),
bir belâya uğrayıp sıkışınca hemen fitneye düşerler (el-Ankebût, 29/10),
felâketin dönüp kendilerine çarpmasından korktuklarını, kendi aralarında fısıldaşırlar (el-Mâide, 5/52, 53); olayların akışı münafıkların lehine gibi ise, itaatla koşa koşa
Peygamber'in yanına gelirler (en-Nûr, 24/49);
bunlar zâhiren îman edip kalpleriyle kâfir olanlardır (el-Münafıkûn, 63/3)."Allah'a, Peygamber'e inandık, itaat ettik" diyen münafıklar (en-Nûr, 24/47; Münafıkûn, 63/1); diğer taraftan Hz. Peygamber'e isyanı, düşmanlığı fısıldaşırlar (el-Mücâdele, 58/9-10). Onlar aynen şeytanlara benzerler (el-Haşr, 59/16); tabiatları gereği Allah'a ve
Peygamber'e muhalefet üzeredirler (el-Mücadele, 58/20); fakat kalblerindeki gizlediklerini ortaya çıkaran âyetlerin inmesinden de çok korkarlar (el-İnfitâr, 82/4-5; et-Tevbe, 9/64).Allah'a kötü zanda bulunan erkek ve kadın münafıklar (el-Fetih, 48/6), biribirlerinin tamamlayıcı parçası olup, insanları kötülüğe çağırır, iyilikten vazgeçirmeye çalışırlar.
Onlar ebedî Cehennemliktirler (et-Tevbe, 9/67-69). Kötü sözlerin müslümanlar
arasında yayılmasını isterler (en-Nûr, 24/19); kötülük yapınca
sevinirler; yapmadıkları şeylerle övünmekten hoşlanırlar (Âlu İmrân, 3/188); Kur'an-ı Kerim âyetleriyle alay ederler (en-Nisa, 4/140); İslâm toplumu içinde yalan-yanlış uydurma haber yayarlar (el-Ahzâb, 33/60-61); cihada çıkacaklarını yemin ile ifade ettikleri halde iş
fiiliyata dökülünce kaçarlar (en-Nûr, 24/63); düşman korkusundan ölüm baygınlığına düşer (el-Münâfıkûn, 63/19); böyle bir ortamda kaçacak delik ararlar (et-Tevbe, 9/57).
Mü'minler zafer kazanınca, başarıya ortak olmak, ganîmetten faydalanmak için; "sizinle beraber değil miydik?" derler. Kâfirler gâlip gelince; "size mü'minlerden gelecek ziyanı biz
önlemedik mi?" derler (en-Nisâ, 4/141). Savaşta çok şehid düşen olursa; "Allah lutfetti de iyi ki savaşta bulunmadım" diyen münafıklar, eğer ganîmet bölüşülecekse, "ah keşke ben de şu ganîmete erseydim" derler (el-A'râf, 7/72, 73).Kur'an-ı Kerim'de özelliklerini tanıtıp haber verdiği münafıklar için Yüce Allah, peygamberini şöyle uyarmaktadır: "O münafıkların dış görünüşlerine aldanma. Onların liderlerini gördüğün zaman, yakışıklıdır, gövdeleri hoşuna gider. Konuşurlarsa güzel konuşurlar,
dinlersin. İşte onlar sıra sıra dizili kereste gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar" (el-Münafıkûn, 63/1-4). Hak söz tanımayan, âhirette topluca kâfirlerle bir araya gelecek olan (en-Nisa, 4/140), münafıklara istiğfar etsen de etmesen de birdir. Çünkü Allah bu fâsıkları affetmeyecektir (el-Münafıkûn, 63/6).
Münafıkların İslâm toplumu içinde bulunmalarından dolayı elde
ettikleri menfaatların, âhiret hayatında da devamını isteyeceklerini, fakat bunun mümkün olmayacağını Kur'an-ı Kerim şöyle haber verir: "Âhirette münafık erkek ve kadınlar îman etmiş olanlara; "bizi bekleyin, nûrunuzdan bir parça ışık alalım" diyecekler. O gün onlara; alayla "dönün arkanızda bir nur arayın" denilecek de, neticede îman edenlerle aralarında bir duvar olduğunu görecekler. O zaman münâfıklar, mü'minlere şöyle seslenirler: "Biz sizinle beraber değil miydik? ". "Evet", diyecekler; fakat kendinizi siz kendiniz yaktınız, kuruntunuz sizi aldattı"(el-Hadid 57/13-15). Böylece münafıklar ve kâfirler Cehennemde bir araya gelmiş olacaklardır (el-Nisâ, 4/140).Medine döneminde, Yahudilerle dostluk kuran münafıklarla
mü'minlerin dost olmamaları hatırlatılmakta (el-Maide, 5/51) ve Hz. Peygamber'e; asıl düşmanın münafıklar olduğu, onlarla savaş yapması, hattâ sert davranması vahiy yoluyla bildirilmektedir. Hz. Peygamber'in de münafıklara karşı gayet ihtiyatlı,
temkinli bir siyaset uyguladığı, gayr-i müslimlere yapılan
muameleye tâbi tutmadığı; bilakis onları İslâm toplumu içerisinden ayırmayıp, üzerlerinde kurduğu kuvvetti bir otorite ile tesirsiz hale getirdiği müşahede edilmektedir.2. Amelî Nifak: Bazı tutum ve davranışlarıyla itikadî nifaka kısmî bir benzeyiş içinde bulunmakla beraber, inançlarında açık bir nifakın söz konusu olmadığı müslüman kişilerin durumu. Hadislerde geçen münafık türü amelî (ahlâkî) yönden olan nifakı vurgulamaktadır.
Meselâ: "Münafığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, vadettiğinde vaadinden döner, kendisine birşey emanet edildiğinde emanete hıyanet eder" (Tirmîzî, Îman, 14)
hadisi benzerî hadisler îtikâdî nifaka yaklaşılmaması için alınan tedbirler ve tenbihler
mahiyetindeki emirlerdir. Zîra, amelî nifak çoğalınca ileride müslümanın îtikâdî nifaka yaklaşma tehlikesi doğabilir.
- Kimi insanlar var ki; `Allah'a ve Ahiret gününe inandık " derler, ama aslında inanmamışlardır. Bunlar Allah'ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatıyorlar, ama bunun farkında değildirler. Onların kalplerinde hastalık vardır, Allah da bu hastalıklarını arttırmıştır, bu yakıncılıkları yüzünden onları acı bir azab beklemektedir.Onlara "yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın" denildiği vakit "Biz yapıcı, düzeltici
kimseleriz" derler. !yi bilesiniz ki, onlar bozguncuların ta kendileridir, fakat bunun farkında değildirler. .Onlara "Halk nasıl iman etti ise siz de öyle iman edin" denildiği zaman "Biz hiç beyinsiz ayaktakımı gibi iman eder miyiz?" derler. Asıl beyinsiz ayak takımı kendileridir, ama bunu bilmiyorlar.Onlar müminler ile karşılaştıkları zaman "inandık" derler. Fakat şeytanları, elebaşları ile başbaşa kaldıkları zaman "Biz sizin yanınızdayız, onlarla sadece alay ediyoruz" derler. Aslında onlarla alay eden ve kendilerini azgınlıkları içinde debelenmeye bırakan Allah'tır. Onlar hidayet karşılığında sapıklığı satın alan kimselerdir.
Bu yüzden yaptıkları ticaretten kazanç elde edememişler ve de hidayete erememişlerdir.
Bakara suresi8/16

Bu tablo, o günlerin Medine'sinde canlı bir realite olarak gerçekten vardı. Fakat zaman ve mekân sınırlarını aşınca; bu tablonun, insanlığın bütün kuşakları boyunca tekrarlanan, yeniden yaşanan bir örnek olduğunu görürüz. Bu tür münafıklara toplumların üst tabakasını oluşturan kesiminde rastlanır. Bunlar hakk karşısında ne onu açıkça kabul edecek cesareti ve ne de onu açıktan açığa inkar edecek cüreti gösterebilirler. Bunlar aynı zamanda kendilerini halk kitlelerinden üstün görürler ve her şeyi onlardan daha iyi bildiklerine inanırlar. Bundan dolayı biz bu ayetleri belirli bölge ve zaman sınırlamasından soyutlayarak algılama eğilimindeyiz. Onları her kuşaktan münafıklara ve insan nefsinin her kuşakta değişmez kalan özüne dönük olarak yorumlayacağız.
İnsanların bu kesimini oluşturan kimseler Allah'a ve Ahiret gününe inandıklarını ileri
sürerler, ama aslında bu dediklerine inanmış değillerdir. Onlar inkârcı olduklarını
söylemeye ve "müminlere karşı gerçekten ne düşündüklerini açıkça ortaya koymaya cesaret edemeyen ikiyüzlü münafıklardır.
Onlar kendilerini sıradan halk kitlelerini aldatabilen zeki, hatta dahi kimseler sanırlar.
Oysa Kur'an-ı Kerim onların bu eylemlerinin mahiyetini tanımlıyor. Bu tanıma göre onlar müminleri değil, doğrudan doğruya Allah'ı aldatıyor, daha doğrusu aldatmaya yelteniyorlar.
Bu ve buna benzer ayetlerde önemli bir gerçekle, yüce Allah'ın onurlandırıcı büyük bir iltifatı ile karşılaşırız. Kur'an-ı Kerim'in sürekli biçimde vurguladığı, gözler önüne serdiği bu önemli gerçek; yüce Allah ile müminler arasında sıkı bir ilişki olduğu realitesidir. Bu realitenin ifadesi olarak yüce Allah müminlerin safını kendi safı, müminlerin işlerini kendi işi ve müminlerin durumunu kendi durumu sayıyor. Onları kendi zatına ekliyor, himayesi altına alıyor, düşmanlarını kendi düşmanı biliyor ve onlara yöneltilmiş olan hile ve tuzakları kendine dönük kabul ediyor.
Bu, yüce ve onur bağışlayıcı bir iltifattır. Müminlerin statülerini ve gerçek mahiyetlerini en yüksek düzeye yükselten, bu evrende iman realitesinden daha büyük ve daha onurlu bir realite olmadığını düşündüren bir iltifat... Ayrıca müminin kalbini sınırsız bir güvenle
dolduran bir iltifat. Sebebine gelince mümin, bu ayetleri okurken yüce Allah'ın, onun problemini kendi problemi, onun kavgasını kendi kavgası, onun düşmanını kendi düşmanı saydığını, onu kendi safına aldığını ve kendi yakınına yücelttiğini görür.
Bu durumda olan bir mümin için, düşmanların hileleri, aldatmaları, baskı ve eziyetlerinin ne anlamı olabilir, ne değer ifade edebilir ki!..
Bu iltifat, aynı zamanda, müminleri aldatmaya, onlara tuzak kurmaya ve eziyet etmeye kalkışanlara karşı da korkunç bir tehdittir. Bu olumsuz tavırlarıyla sadece müminlere karşı değil, güçlü, cebbar ve kahredici olan yüce Allah'a karşı mücadeleye giriştiklerini, Allah'ın dostlarına karşı savaş açmakla aslında Allah'ın kendisine karşı savaş açmış sayıldıklarını ve böyle alçakça bir eyleme girişmekle Allah'ın sillesini yemekten kurtulamayacaklarını
kendilerine bildiren bir tehdit.
Bu gerçek, bir yandan müminler tarafından değerlendirilip onların hiçbir hilekârın hilesini, hiçbir sahtekârın aldatmacasını ve hiçbir zorbanın eziyetini umursamadan, güvenle ve
sebatla, yollarına devam etmelerini sağlayıcı bir nitelik taşırken öte yandan müminlerin düşmanları tarafından da değerlendirilip korkmalarına, ürkmelerine, kimle savaştıklarını öğrenmelerine ve müminlere sataşınca kimin sillesini yemeyi hak edeceklerini anlamalarına yolaçacak bir ağırlık taşır.

Şimdi tekrar "Allah'a ve Ahiret gününe inandık" diyerek Allah'ı ve müminleri aldatmaya kalkışan o kendini beğenmiş, kendilerini beyinlerinden zekâ fışkıran birer dahi sanan
kimselere dönelim. Onların burunları böyle havadadır. Fakat aman Allah'ım':. Ayetin şu son cümlesinde üzerlerine ne ağır bir hakaret yağdırılıyor! Tekrar okuyalım:
"Oysa sadece kendilerini aldatıyorlar, ama bunun farkında değildirler."
Onlar öyle ağır bir gaflet, bir sarhoşluk içindedirler ki, farkında olmadan sadece kendilerini aldatıyorlar. Çünkü yüce Allah onların aldatma girişimlerini biliyor.
Bunun yanında müminler de yüce Allah'ın himayesi altında oldukları için O, onları bu aşağılık aldatma girişimi karşısında koruyor. Fakat o hilebazlar gaflet içinde yüzdükleri için kendi kendilerini aldatıyorlar, kendi kendilerine oyun oynuyorlar. Kendilerini aldatıyorlar; çünkü bu iki yüzlülükle kazançlı çıktıklarını, istedikleri kârı elde ettiklerini ve müminler arasında kâfirliklerini açıklamanın sakıncalarından korunduklarını sanıyorlar.
Bunun yanında içlerinde kâfirlik gizlerken dışarda takındıkları münafıklık çehresi yüzünden kendilerini tehlikeye atmış, kendilerini kötü bir sonuca mahkûm etmiş oluyorlar.
Fakat acaba münafıklar neden böyle çirkin bir yola başvuruyor, niçin böylesine bir
hileyapmaya girişiyorlar? Sorunun cevabını yüce Allah veriyor:
"Onların kalplerinde hastalık vardır."
Yani karakterleri bozuktur, hasta ruhludurlar. Açık ve dosdoğru yoldan sapmalarına ve bu yüzden yüce Allah'ın bu anormalliklerini daha da arttırmasını hak etmelerine tek sebep ruhlarının hasta oluşudur."Allah da bu hastalıklarını arttırmıştır."
Sebebine gelince; hastalık, başka bir hastalık doğurur. Sapıklık, işin başında basit, önemsiz görünür. Fakat yanlışa doğru atılan her adım sonunda doğru çizgi ile aradaki açı genişler, böylece sapma büyür. Bu değişmez bir kanundur. Bütün nesnelerde, bütün şartlarda, bütün duygu ve davranışlarda geçerli olan ilâhî bir kanun.
Bu duruma göre onlar belli bir akıbete, yüce Allah'ı ve müminleri aldatmaya girişenlerin hak ettikleri kaçınılmaz akıbete doğru doludizgin ilerlemektedirler. Bu akıbet şudur:
"Bu yalancılıkları yüzünden onları acı bir azap beklemektedir"
Bu münafıkların, özellikle Hicret olayının başlarında kavimleri arasında sosyal mevkii, otoritesi, liderliği olan Abdullah b. Ubeyy b. Selul gibi ileri gelenlerin bir başka sıfatı daha var. Bu sıfat, toplumda yolaçtıkları bozgunculuğu ısrarla savunma ve yaptıklarının cezasını görmemenin verdiği şımarıklıkla tutumlarının doğru olduğunu inatla ileri sürme sıfatıdır. Yüce Allah onların bu niteliğini bize şöyle tanıtıyor:"Onlara "yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın" denildiği zaman "Biz yapıcı, düzeltici kimseleriz" derler. İyi bilesiniz ki, onlar bozguncuların ta kendileridirler, fakat bunun farkında değildirler."
Yani, bunlar sadece yalancılık ve aldatma ile yetinmiyorlar, bu kötü sıfatlarına küstahlığı ve kör inadı da ekliyorlar. Bunun sonucu olarak kendilerine "Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın" denilince bozguncu olmadıklarını söylemekle yetinmiyorlar, "Biz yapıcı, düzeltici kimseleriz" demekle daha da ileri giderek işi şımarıklığa ve yaptıklarını haklı göstermeye dökmektedirler En iğrenç bozgunculuğu yaptıkları halde kendilerinin yapıcı ve
düzeltici olduklarını ileri sürenlerin sayısı her devirde çoktur. Bunlar böyle derler, çünkü ellerindeki değer ölçüleri, kriterler bozuktur.

Çünkü insanın vicdanındaki ihlâs ve sırf Allah'ı amaç bilme ölçüsü bozulunca diğer
ölçülerinin ve değer yargılarının da bozulması kaçınılmaz olur. Başka bir deyimle yüce Allah'a ihlâsla bağlı olmayanların, kalplerinde böylesine kesin inanç barındırmayanların bozguncu davranışlarının farkına varmaları imkânsızdır. Sebebine gelince; böylelerinin vicdanlarındaki iyilik-kötülük, yapıcılık ve bozgunculuk ölçüleri kişisel arzu ve ihtiraslarına göre sık sık değişir, hiçbir zaman ilâhî bir kaidenin üzerine oturamaz.
İşte bundan dolayı şu gerçekçi tanım ve kesin akibet bildirimi ile karşı karşıya geliyorlar:
"İyi bilesiniz ki, onlar bozguncuların ta kendileridirler, fakat bunun farkında değildirler"
Onların diğer bir özellikleri de halk kitleleri karşısında büyüklük taslamaları, kendilerini üstün görmeye kalkışmalarıdır. Onlar bu yolla halkın gözünde sahte bir mevki kazanmayı amaçlarlar. Yüce Allah bu konuda şöyle buyuruyor:
"Onlara "Halk nasıl iman etti ise siz de öyle iman edin" denildiği zaman
"Biz hiç aptal ayak takımı gibi iman eder miyiz?" derler. Asıl aptal ayak takımı
kendileridir, ama bunu bilmiyorlar"
Şüphesiz ki, Medine'de bunlara yöneltilen çağrı ihlâslı, dosdoğru, ihtiraslardan arınmış bir inançla iman etmeleri idi. Yani bütün varlıkları ile İslâm'a giren, yönlerini sırf Allah'a doğru çeviren, Peygamber efendimizin eğitici ve yön verici telkinlerine kalplerini açarak samimi ve art niyetsiz bir yaklaşımla ve bütün varlıkları ile O'nun direktiflerini benimseyen içten müslümanlar. gibi iman etmeleri. İşte münafıkların örnek almaya çağrıldıkları, açık, dosdoğru ve samimi biçimde iman eden "halk kitlesi" bunlardı.
Öyle anlaşılıyor ki, münafıklar, Peygamberimize böylesine bir içtenlikle teslim olmayı
reddediyorlar, bu tutumu, yoksul halka yaraşan, toplumda mevkii olan seçkinlerin itibarı ile bağdaşmayacak bir şey sayıyorlardı. Bu düşünce ile "Biz hiç aptal ayak takımı gibi iman eder miyiz?" demişlerdi. Yine bu gerekçe ile yüce Allah'ın şu kesin tanımlamasına ve
susturucu cevabına muhatap oldular:
"Asıl aptal ayak takımı kendileridir, ama bunu bilmiyorlar"
Öyle ya, aptal, aptallığı ne zaman anlayabilmiş ve yine sapık, ne zaman doğru yoldan uzak düştüğünü fark edebilmiştir!..
- Onların durumu karanlıkta ateş yakan kimseler gibidir. Ateş etraflarını aydınlattığı zaman Allah onların aydınlıklarını gidererek kendilerini hiçbir şey göremeyecekleri koyu bir karanlıkta bırakır. Onlar sağır, dilsiz ve kördürler. Bu yüzden geri dönemezler.Bakara:7/18
Bilindiği gibi münafıklar, kâfirler gibi, daha baştan hidayete yüz çevirmiş; kulaklarını işitmekten, gözlerini görmekten ve kalplerini algılamaktan alıkoymuş değillerdir. Fakat onlar işin içyüzünü açık-seçik biçimde anladıktan sonra körlüğü hidayete tercih ettiler. Yani ateş yakmak istemişler ve yakmışlar, yaktıkları ateş çevrelerini aydınlatmaya başlayınca kendi istekleri ile yaktıkları bu ateşten yararlanmamışlardır. O zaman yüce Allah önce isteyip sonra yararlanmaktan vazgeçtikleri "aydınlıklarını gidererek" kendilerini "hiçbir şey göremeyecekleri koyu bir karanlıkta bıraktı". Tabii ki, aydınlıktan yüz çevirmiş olmalarının cezası olarak.

Kulaklar, diller ve gözler sesleri, ışıkları algılamak hidayetten ve aydınlıktan yararlanmak için yaratıldığına göre, bunlar kulaklarını fonksiyonsuz bıraktıklarından dolayı "sağır",
dillerini fonksiyonsuz bıraktıklarından dolayı "dilsiz", ve gözlerini fonksiyonsuz bıraktıklarından dolayı "kör"dürler. Bu yüzden hakka dönmeleri, hidayete yönelmeleri, başka bir deyimle hidayete ve ışığa kavuşmaları sözkonusu değildir. Ayette verilen şu
örnek de onların içinde bulundukları durumu tasvir etmekte, duygu dünyalarına egemen olan kargaşayı, şaşkınlığı, endişeyi ve kaygıyı gözlerimizin önüne sermektedir:

Ya da onların durumu koyu bulutlu, şimşekli ve gürültülü bir gökyüzünün yağmuruna tutulmuş, ölüm korkusu içinde yıldırımlara karşı parmakları ile kulaklarını tıkayan
kimselere benzer. Allah kâfirleri çepeçevre kuşatandır.Bakara :19
Şimşek onların görme yeteneklerini nerede ise alıverecek. Çevrelerini aydınlatınca şimşeğin ışığı altında yürürler, fakat üzerlerine karanlık çökünce oldukları yerde kalakalırlar. Allah dileseydi, onların işitme ve görme yeteneklerini büsbütün giderirdi.
Hiç kuşkusuz Allah her şeyi yapabilir. Bakara : 20

Bu ayetle çizilen tablo, gözlerimizin önünde hareket ve kargaşa ile dolu çöl ve yolunu şaşırmışlık içeren, dehşet ve panik içeren, korku ve şaşkınlık içeren, ışıklar ve gürültüler içeren müthiş bir manzara canlandırır. Gökten boşanıp inen iri taneli ve sürekli bir dolu ile karşılaşıyoruz. Ayetin bazı cümleciklerini yeniden okuyalım:
"Koyu bulutlu, şimşekli ve gök gürültülü", "Çevrelerini aydınlatınca şimşeğin ışığı altında yürürler", "Fakat üzerlerine karanlık çökünce oldukları yerde kalakalırlar". Yani oldukları yerde şaşkın şaşkın çakılıp kalırlar, nereye gideceklerini bilemezler.
Bunun yanında, korkudan donakalmışlardır, bu yüzden "Ölüm korkusu içinde parmakları ile kulaklarını tıkarlar." Sürekli yağan doludan koyu bulutlara; gök gürültülerine ve şimşeklere; bu manzara içinde paniğe kapılan şaşkınlara; karanlık çökünce oldukları yerde çakılıp kalan yılgın ve ürkek adımlara varıncaya kadar bu tabloya baştan başa hareket unsuru egemendir. Tabloya egemen olan bu hareket unsuru münafıkların, müminler ile buluşmaları "şeytan" sıfatlı elebaşlarının yanlarına gidişleri, hemen şimdi söyledikleri bir sözden ansızın caymaları, bir süre önce aradıkları hidayetten ve ışıktan karanlığın ve sapıklığın kucağına düşmeleri arasında geçen zikzaklı hayatlarının içerdiği çölü, kargaşayı, endişeyi ve titreşimleri son derece canlı bir biçimde ve sezgiye dayalı bir ifade tarzı ile gözlerimizin önüne sermektedir. Bu manzara, belirli bir psikolojik durumu semboller aracılığı ile yansıtan, belirli bir düşünce biçimini somutlaştıran elle tutulur, gözle görülür bir manzaradır.
Gözler önüne serilen bu tablo, çeşitli psikolojik durumları sanki duyu organları aracılığı ile algılanabilir manzaralarmış gibi somutlaştıran müthiş ve şaşırtıcı Kur'an üslubunun ilginç bir örneğidir.""

Kaynak:
Sayfa 1´den 7´ye kadar: Şamil islam ansiklopedisi
Sayfa :7´den 11´e kadar Fizilal'il Kur'an (Seyyid Kutub)
Hazırlayan: Tahir Eĝerci


Hiç yorum yok:

Zevk için minareleri yıkıyorlar.