Sayı 29 Velilik
Velî kime derler? Keramet nedir? Herkes velî olabilir mi? Her velî keramet gösterebilir mi? Her velî keramet göstermek zorunda mıdır? Bir kimsenin gerçek mânâda Allah'ın velî kullanndan olduğunu nasıl anlayabiliriz? Bunun için elimizdeki ölçüler neler olmalıdır?
Bu ve buna benzer pek çok sual asırlardan beri Müslümanlar arasında tarüşılagelmiş, Kıyâmet'e kadar da süreceğe benziyor. Velî ve keramet konularına islâm'ın nasıl baktığım öğrenmeden önce, işe, bu iki kelimenin lügat mânâlarından başlayalım dedik.Velî kelimesi, lügat âlimleri tarafından iki ayrı açıdan alınmış ve iki değişik mânâ verilmiştir.
Buna göre velî:
a) Allah'ın kendisinin seçtiği sâlih kullara dost olması, v
b) Allah'ın emrettiği yollardan yürüyerek kulun Allah'ı kendisine dost edinmesidir.
Her iki mânâsı ile de imrenilecek bir durum.
Birinci şekli ile, yâni Allah'ın sâlih bir kulu kendisine dost edinmesi mânâsındaki "velî" kelimesi, lügat âlimlerine göre "feîl" vezninden olup-ism-i mefûl mânâsındadır. Buna göre velî, Allah Teâlâ Cel-le Celâlühu Hazretleri'nin kendi uhdesine aldığı bahtiyar ve mes'ûd kimsedir. Nitekim bu mânâya işaret olarak Allah Teâlâ Hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Çünkü benim dostum, Kiiâb'ı indiren Allah'tır. (Şüphesiz ki) O, iyileri kendisine dosî edinir (onlann işlerini kendisi deruhte eder.)" (A'raf: 196) buyurmaktadır.
Bu demektir ki; Allah Teâlâ kendisine dost edindiği sâlih kimsenin her türlü ihtiyâcını kendisi deruhte eder, O'nu bir an bile olsa, düşmanı olan nefsi ile başbaşa bırakmaz, bütün işlerini görüp gözetmeyi kendi üzerine alır.
ikinci şekli ile, yâni kulun Allah'ı kendisine dost edinmesi mânâsında-ki "velî" kelimesi, yine "feîl" vezninde olup ism-i failin mübalağa sîgasıdır. Buna göre velî, Allah'a gerektiği şekilde ibâdet ve tâat işini kendi uhdesine alan kimse demektir. Velînin Cenâb-ı Hakk'a karşı olan vazifeleri, ibâdet ve tâati, ömrünün sonuna kadar, araya hiç bir fasıla girmeden ve hiç bir isyan hâli olmadan devam eder.
VELÎ OLMAK
Bir kimsenin velî olabilmesi için, yukarıda açıkladığımız mânâlar doğrultusunda velilik vasıflarına sâhib bulunması gerekir. Velînin lügat mânâlarından hem kula, hem de Allah Teâlâ'ya izafe edildiğini görüyoruz. Hakîkî yardımcı ve dost ancak Allah Teâlâ Hazretieri'dif. Her türlü kötülüklerden koruyucu, terbiye edici olarak Cenâb-ı Hakk'a; seven, dost olan, muhabbet besleyen, itaatini eksiksiz sürdüren mânâları ile de kula izafe edilir.
.Hangi mânâda kullanılmış olursa olsun, velî olan kimse Cenâb-ı Hakk'ı kendisine dost seçmiş ise, O'na yakınlaşmaya çalışıyor ise, şerîat dâiresinden asla çıkmamak zorundadır. Allah'ın emirlerine harfiyyen uymak, ibâdet ve tâatini hakkıyla yerine getirmek mecburiyetindedir. Eğer bir kulu Allah dost edinmiş ise, o kimse her türlü sıkıntılı anlarında ve emniyette iken Cenâb-ı Hakk'ın muhafazası altında demektir.
ISTILÂHDA VELÎ
Velînin lügat mânâsının yanı sıra bir de şer'î istilânda kullanılan mânâsı vardır ki, aşağıdaki tarif muteber Akaid kitablannda yer alan bir târif-dir.
istilânda velî:
• Zatî, subûtî ve selbî sıfatlarının bilinmesi mümkün olan mikdar-ları ile Cenâb-ı Hakk'ı bilen,
• İbâdet ve tâatlara fasılasız devam eden,
• Her türlü kötülüklerden, günâhlardan kaçınan,
• Her türlü nefsânî arzulardan, zevklerden, lezzetlerden ve şehvetten yüz çeviren,
• Dünyâya ve dünyâ malına hiç kıymet vermeksizin sâdece Ahi-ret'e yönelen, sâdece onu düşünen,
• Allah Teâlâ'yı devamlı şekilde zikreden, kimsedir.
KUR'ÂN-I KERÎM'DE VELÎ VE EVLÎYÂULLAH
Yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'de velilikle ilgili muhtelif âyet-i kerîmeler mevcuttur. Bu âyetler "velî" kelimesinin her iki mânâsına da işaret buyurmaktadırlar.
"fyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Allah'a inanmış ve O'na karşı gelmekten sakınmışlar-dır. Dünyâ hayatında da, Âhiret'te de müjde onlaradır. Allah'ın sözlerinde hiç bir değişme yoktur. Bu, büyük başarıdır (en büyük saadetin tâ kendisidir)" (Yûnus: 62, 63, 64)
• "Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, inkâr edenlerin ise dostları azgın putlardır. Onları aydınlıktan karanlığa sürükler, tşte onlar Cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır." (Bakara: 257)
"...Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlâmızsın, kâfirlere karşı bi/e yardım et." (Bakara: 286)
"Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun Peygamberi ve namaz kılan, zekât veren ve rükû eden mü'minlerdir. Kim Allah'ı, peygamberi ve inananlan dost edinirse, bilsin ki, şüphesiz Allah'tan yana olanlar üstün gelir." (Mâide: 55, 56)
"(Habîbim de ki:) Şüphesiz benim velîm (bana yardım etmekte, beni korumakta yegâne dostum ve sahibim) o Kitâb'ı indiren Allah'tır. O iyileri (kendisine) dost edinir. (A'raf: 196)
"Çünkü Allah inananların sahibidir (yardımcısıdır), kâfirlerin ise sahibi (yardımcısı) yoktur." (Muhammed: 11).
Âyet-i kerîmelerin meallerinden anlaşılacağı üzere mü'minlerin velîsi, dostu, yardımcısı ancak Cenâb-ı Hakk'ür. Allah'a dost olanlar için ise hiç bir korku yoktur. Onlar her türlü tehlikeden muhafaza altına alınmışlardır.
HADÎSLERDE VELÎ, EVLİYÂULLAH
Hülefâ-i Râşidîn'den Ömer Ibn Hattâb radıyallâhu anh şöyle rivayet etti:
"Rasûlüllah sallâllâhü Teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz:
—Allah'ın kullarından bir takım insanlar vardır ki, peygamber değil, şühedâ da değildirler. Lâkin Kıyamet Günü'nde Allah indinde (verilnjiş bulunan) makamlarından dolayı peygamberler ve şehîdler onlara imrenerek, gıpta ile bakacaklardır."buyurdu. Bunun üzerine ashâ-bdan bâzıları: %
"—Bunlar kimlerdir ve ne gibi ameller işlemişlerdir? Bize haber veriniz ki biz de onları sevenlerden olalım yâ Rasûlallah," dediler.
Bunun üzerine Cenâb-ı Peygamber sallâllâhü Teâlâ aleyhi ve sellem:
"—Bunlar öyle bir kavimdir ki, aralarında ne akrabalık ve ne de aralarında alıp verecekleri mallarla bir bağ bulunmadığı halde, sırf Allah rızâsı için birbirlerini severler. Allah'a yemin ederim ki, onların yüzleri bir nur ve onların kendileri nurdan yapılmış bir minber üzerinde otururlar. İnsanlar korktukları vakit bunlar korkmazlar, insanlar mahzun ve kederli oldukları zaman da bunlar mahzun olmazlar." buyurdu ve sonra da:
"Haberiniz olsun ki Allah'ın velî kulları için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir." âyet-i kerîmesini okudu." (2)
Yukarıda zikredilen "Haberiniz olsun ki, Allah'ın velî kullan için hiç bir korku yoktur..." (Yûnus: 62) âyet-i kerîmesi nazil olunca evliyâull-âhın kimler olduğu ashâb tarafından sorulunca Peygambar sallâllâhü Teâlâ aleyhi ve sellem:
"—Allah'ın velî kullan öyle kimselerdir kî, görüldükleri zaman Allah'ı hatırlatırlar." buyurmuştur.
Bundan şunu anlıyoruz ki, Hakk Teâlâ'nın sevgili dostları görüldükleri zaman, yüzlerindeki nûrâniyyetleri dolayısıyla insanların aklına hemen Cenâb-ı Hakk gelir ellerinde olmaksızın Allah'ı hatırlarlar. Bu sâlih kulların Allah'ı zikirle meşguliyetleri, O'ndan korkmalan, O'na kullukları, kendilerini görenlere de tesir eder, onlarda da aynı haller tecellî eder.
Yine Peygamber Efendimiz sallâllâhü Teâlâ aleyhi ve sellem'den nakledilen bir hadîs-i şerifte:
"Allahü Teâlâ bir kulu severse, o kula hiç bir günâh zarar vermez." buyurduğu rivayet olunmuştur.Taberânî, Ebû Dâvud ) El-Hakîm, îbn Abbâs'dan
Allah Teâlâ her angi bir kulunu severse, O'nu kendi muhafazası altına aldığı için, ömrünün sonuna kadar, hiç bir kötülük O'na zarar veremez, her türlü günâhdan korunur. Kıyamet Günü'nde de herkesin dehşette ve korku içinda kaldığı bir zamanda O, hiç bir korkusu ve endîşesi olmaksızın Allah'ın emniyeti altındadır.
Âyet ve hadîslerden anlaşılacağı üzere velîlik haktır ve gerçektir. Kur'ân-ı Kerîm'de zikredildiğine, hadîs-i şeriflerle beyân olunduğuna; icmâ-ı ümmet ve kıyâs-ı fükaha ile de te'yîd edildiğine göre Evliyâullah'ın varlığına inanmak zarurîdir, inkârı küfre'götürür.
VELÎ KENDİSÎNÎ BİLEBİLİR Mî?
"Velîlik mertebesine ulaşmış bir mü'minin kendisinin velî olduğunu bilmesi caiz midir, değil midir?" konusunda mutasavvıflar arasında ihtilâf meydana gelmiştir. Bir tasım ehl-i tarîk "caizdir" derken, bir kısmı da "caiz değildir" görüşünü savunmuşlar, kendi görüşlerini kuvvetlendirecek delîlle-ri ileri sürmüşlerdir.
" Kişi kendisinin velî olduğunu bilmez" diyenlerin ileri sürdükleri görüşler şöyledir:
—Bir kimse kendisinin velî olduğunu bilirse, kendisini emniyette hisseder, hiç bir Âhiret endişesi taşımaz. Cenâb-ı Hakk'ın "Haberiniz olsun ki Allah'ın velîleri için hiç bir korku yoktur." (Yûnus: 62) âyetinde buyurduğu emniyet hissi ise bir kaç noktadan mahzurludur. Şöyle ki:
a) Cenâb-ı Hakk'ın azabından, sapıklıklardan başkası kendisini emniyette hissedemeyeceği gibi, rahmetinden de, kâfirlerden başkası ümîdini kesmez. Çünkü, hiç bir a/âb-ı İlâhî'ye duçar olmayacağım düşünmek Allah'ın artık kendisine azâb etmeyeceği gibi yanlış bir tefekkürden kaynaklandığı gibi; Allah'ın sonsuz olan rahmetinden ümîd kesmek de, O'nun merhametini kullarından esirgeyeceği gibi yanlış bir düşünceden kaynaklanır ki, her iki düşünce tarzı da tamamen yanlıştır. Allah'ın sıfatlarına muhaliftir, böyle düşünce insanı küfre götürür.
b) Bir mü'minin ibâdet ve tâatı ne kadar çok olursa olsun Allah'ın kahrının daha büyük olduğu bir gerçektir. Böyle iken, Allah'ın kahrının büyüklüğüne inanıp, azabından emniyette bulunmak birbiri ile bağdaşmaz.
c) Her türlü azâbdan emniyet hissi içinde bulunmak insanın kullak vazifelerini yerine getirme hissini gevşetir, tenbelliğe sevkeder, korku hissini de yok eder.
• Velî kimse, Allah Teâlâ kendisini sevdiği için velî olmuştur. Allah Teâlâ kendisini sevmemiş olsaydı, kendisinin Allah'ı sevmesi ile bu makama ulaşamazdı. Cenâb-ı Hakk'ın kullan arasında kimleri sevip kimleri sevmediği ise asla keşfedilemeyecek İlâhî bir sırdır. Kimse bu sim öğrenemeyecektir.
İbâdet ve tâatlar sonradan meydana gelen sıfatlardır. Buna karşılık Cenâb-ı Hakk'ın sıfatlan kadîmdir, başlangıcı yoktur, sonradan olma değildir. Buna göre, Allah'ın sevgisi İlâhî bir sıfattır ve kulun sevgisinin ve davranışlarının O'na tesir etmesi düşünülemez. Ezelde ne yazılmış ise o olur. Ezelde yazılanları ise Cenâb-ı Hakk'dan gayn kimse bilemez. Öyleyse velî, velî olduğunu bilemez.
• Velî olan kimse kendi nefsine küçük nazarla bakar. Kendisinden bir keramet zuhur etmiş olsa bile, bunun bir oyun (şeytanın bir hilesi) olabileceğini düşünerek endîşe içinde bulunur. Sürekli olarak korku içinde bulunur. İçinde bulunduğu hâlden daha aşağısına düşmekten, içinde bulunduğu hâlin aksi bir hâl ile ileride karşılaşmaktan dâima endîşe eder. Velîliğin şartı hüsn-i hâtime'dir. Hüsn-i "Velî, kendisinin velî olduğunu bilir" diyenlerin ileri sürdükleri görüşler de şöyledir:
—Velîliğin tahakkuk etmesi için hüsn-i hatime (îmân ile Âhiret'e gitmek, kelime-i şehâdeti söyleyerek son nefesini vermek) şart değildir. Bu husus şart olsa bile, Cenâb-ı Hakk'ın velî kuluna özel olarak ve keramet yolu ile "akıbetinin iyi olduğu" hususunu bildirmiş olması mümkündür. Evliyanın kerametine inanmak farzdır. Her ne kadar velî olan bir kimse, her an akıbetinin ne olacağı endîşesi içinde bulunuyorsa da, içinde bulunduğu zaman diliminde sâhib olduğu heybet, ta'zîm ve hürmet hâli daha olgun, daha gelişmiş ve daha müessirdir. Ta'zîm ve hürmet hissinin az bir parçası kalbi, korku hissinin fazlasından daha iyi şekilde huzur ve sükûna kavuşturur.
Bu görüşü teyid için "Aşare-i Mübeşşere"yi misâl olarak gösterirler, şöyle ki:
Rasûlüllah sallâllâhü Teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz "Ashabımdan
on kişi Genelliktir" (5) buyurmuştur. Bu on güzide Müslümanın, Efendimizin Peygamberliğini tasdikleri ve akıbetlerinin iyi olduğunu bildikleri hususunda şüphe yoktur. Bu, onlar için bir kusur da olmamıştır. Zîrâ, hüsn-i hatime ile öleceklerini bildikleri halde Cenâb-ı Hakk'tan hakkıyla korkmuşlar, ibâdetlerinde de bir azalma olmamıştır.
Kendisinde kerametler meydana gelen bir velînin bunlar ile diğer normal halleri birbirinden ayırd edememesi mümkün değildir. Öyleyse, kendisinde birtakım kerametler zuhur ettiğini gören bir velî, o hâl içinde hakk üzere olduğunu bilir, anlar. Son nefesine kadar bu hâl üzere olacağının Allah tarafından kendisine bildirilmiş olması da mümkündür. Bu bildirme velînin bir kerameti de olabilir. Evliyanın kerametine inanmak zorunludur.
KUL, KENDi GAYRETi ÎLE VELÎ OLABİLİR Mİ?
Velînin lügat mânâsını açıkladığımız kısımda, âlimlerin bu kelimeyi iki açıdan değerlendirdiklerini, iki ayrı mânâ verdiklerini belirtmiştik.
Birincisi: Allah'ın kulunu sevmesi, dost edinmesi.
İkincisi: Kulun, Allah'ı sevmesi, O'nu kendisine dost edinmesi, demiştik.
Allah'ın kullan arasında bâzı kullarını kendisine dost edinmesi ve onları sevmesi keyfiyyeti ilâhî bir sırdır, buna kimse muttali olamaz. Bu durumdaki bahtiyar kişileri Allah'tan başka kimse bilemez. Herkes için meçhuldür.
Kulun Allah Teâlâ'yı sevmesi, O'nu kendisine dost edinmesi hususuna gelince, bu mümkündür, bunun da pek çok örnekleri vardır. Aynca Kur'ân-ı Kerîm'de de bununla ilgili âyet-i kerîmeler mevcuttur.
Bir mü'min, Allah'tan hakkıyla korkar, her hareketinde Allah'ın rızâsını gözetirse, Allah'ın dostuna dost, düşmanına düşman olursa, İslâm'a yardımcı olursa, ibâdet ve tâatı ile Allah'a yakın olmaya çalışırsa, dînin emirle -rie sımsıkı yapışıp şeriatın bütün emirlerine uymaya gayret ederse, şüphelendiği her nesneden azamî derecede kaçınırsa, ömrünün sonuna kadar korku ile ümîd arasında bulunursa..." Allah dostu" vasfını kazanmaya lâyıktır.
Bir kişinin kendisini ibâdete vererek, ruhunu temizleyerek velî olamayacağı ileri sürülse de; velîlik makamının sonradan, çalışmak suretiyle elde edilebileceği görüşü ağırlıktadır.
VELÎLER GÜNÂH İŞLER Mİ?
Her insan gibi velîler de günâh işleyebilir. Sâdece Peygamberler günâh işlemekten Allah'ın lütfü ile korunmuşlardır. Peygamberlerin dışında herkesin günâh işlemesi imkân dahilindedir. Bunun aksini iddia etmek küfürdür.
Günâh işlemek ile günâhlarda ısrar etmeyi birbirinden çok iyi ayırd etmek lâzımdır. Burada asıl olan işlenen günâhda ısrarlı olmamak, onu devamlı şekilde irtikâb etmemektir. Devamlı şekilde nefsi ile mücâdele etmek zorunda kalan velînin, kendisini sürekli olarak ibâdete vermesi, günâhdan kaçınmak için sağlam ve müsbet bir irâdeye sâhib olmaya çalışması, onun için en büyük keramet olarak mülâhaza olunur.
Günâh işleyen bir velî, eğer günâh işlemekte ısrar ederse, bulunduğu makamdan indirilir. Tevbe-istiğfâr ederek pişmanlığını dile getirirse yeniden makamına iade olunur.
Günâh işlemek deyince aklımıza hemen, herkesin bildiği ve anladığı mânâda günâh gelmemeli. Zîrâ bu tür günâhları irtikâb etmemek konusunda insan zâten cemiyetin manevî baskısı altındadır. İçki içmek, kumar oynamak, zina yapmak gibi... herkes tarafından bilinen ve devamlı murakabe altında olmayı gerektiren günâhları bir velî asla irtikâb edemez. Burada anlaşılması gereken husus şu olmalıdır: Kişinin nefsi ile başbaşa kaldığı zaman günâh işlemekten kaçınmasıdır, bundan kendisini korumasıdır.
Kibirlenmek, böbürlenmek, Allah'ın yarattıklarını küçük görmek, Allah rızâsını gözetmeden hareket epnek... Bunlar da günâhtır. Peygamberler, günâhların her türlüsünden korunmuşlardır, onları "ismet" sıfatı ile muttasıf-tırlar. Bir günâh işleyecekleri zaman İlâhî bir ikâz ile karşılaşırlar. Halbuki velîler için durum hiç de öyle değildir. Peygamber kibirlenmez, karşısındakini küçük görmez, gösteriş için hareket etmez, gıybette bulunmaz... Fakat, nefisle her an mücadele durumunda "olan velîler kalbe âid bu duygulardan kendilerini korumak zorundadırlar.
Velilikte nefsle olan mücâdele esastır ve mücâdele son nefese kadar sürüp gidecektir. Velî, günâh işlediği zaman, günâhında ısrar etmez, tevbe-is-tiğfâr ederse bulunduğu makamını muhafaza eder. Nefsine ve şeytana uyarak bir günâh işleyen velî, Allah'ın kendisine lütfettiği tevbe ve istiğfar ile bu durumdan kurtulur.
Nitekim Cenâb-ı Hakk Celle Celâlühu:
"Allah'a karşı gelmekten sakmanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca Allah'ı anarlar ve hemen gerçeği görürler." (A'râf: 201) buyurmakla, takva sahibi velîlerin her an şeytanın vesvesesi ve aldatmacası tehlikesi ile karşı karşıya olduklarını, fakat yaptıklarının farkına vararak, Al- lah'a tevbe ve istiğfar etmek suretiyle gerçeğe yönelebileceklerini haber veriyor.
BÜYÜK MUTASAVVIFLAR
NE DÎYOR?
Şeyh durumundaki büyük velîler mürîdlerine, kendilerinin de hiç bir zaman günâhtan uzak kalamayacaklarını, insan olmaları sebebiyle, nefs taşıdıklarından dolayı hatâ yapabileceklerini, hatâ ettikleri zaman örnek alınmamalarım tavsiye ederler. Kendilerini günahkâr ve duaları kabul olunmayan kişiler olarak gösterirler, buna karşılık velilik konusunda ölçüleri çok katı, şartlan çok ağır, değer Ölçüleri de o nisbette net ve berraktır.
Velilik konusunda kim, ne demiş, onn görelim:
Bâyezid Bistamî: Kendisinin velî olduğu iddia edilen bir şahsı görmeye gider. Velî olduğu iddia edilen şahsın bulunduğu yere yaklaşınca bir kenara oturup beklemeye başlar. Bir müddet sonra, velî olduğu iddia edilen şahıs, mescidden dışarıya çıkar ve yüzünü Kıble'ye karşı dönerek tükürür.
Bu çirkin olaya şâhid olan Bistamî (kaddesallâhü sırrahu) o şahısa selâm vermeden ve onunla görüşme lüzumunu hissetmeden geriye döner, gider.
Etrafındakiler bunun sebebini sorunca:
—"Bu şahıs şeriatın edeblerinden birinde bile kendisine itimad edilemeyen kişidir. Hakk'ın sırları konusunda kendisine nasıl itimad
edilip güvenilebilir?" cevabını verir. (6)
• Ebû Osman Mağribî: "Velî bâzan meşhur olabilir, fakat hiç bir zaman başkaları için fitne vesilesi ve dinden uzaklaşma sebebi olamaz."
• Yahya îbn Muâz: "Velî, riyakârlık ve münafıklık yapmaz. Huyu böyle olmayan ne kadar az dost var."
• Seni îbn Abdullah: "Velî, devamlı surette kendisinden Allah'ın irâdesine uygun işler sâdır olan zâttır."
• Ebû Ali Cürcânî: "Velî, kendi halinde fâni olan, Hakk'ın müşâha-desinde bakî olan, işleri Allah Teâlâ tarafindan görüldüğü ve idare edildiği için daimî surette üzerine dostluk ve sevgi nurları gelen, kendinden haber vermeyen, Allah'tan başkası ile beraber olmaya tahammül edemeyen kimsedir."
• Fudayl îbn lyâz: "insan, iyiliğin ve ihsanın her şeklini yerine getirse, fakat sâdece kümesindeki tavuklara kötülük etse, yine de iyi insanlar zümresinden olamaz."
Kaynak:Dini ilmihal
Hazılayan : Fatih Berber
Velî kime derler? Keramet nedir? Herkes velî olabilir mi? Her velî keramet gösterebilir mi? Her velî keramet göstermek zorunda mıdır? Bir kimsenin gerçek mânâda Allah'ın velî kullanndan olduğunu nasıl anlayabiliriz? Bunun için elimizdeki ölçüler neler olmalıdır?
Bu ve buna benzer pek çok sual asırlardan beri Müslümanlar arasında tarüşılagelmiş, Kıyâmet'e kadar da süreceğe benziyor. Velî ve keramet konularına islâm'ın nasıl baktığım öğrenmeden önce, işe, bu iki kelimenin lügat mânâlarından başlayalım dedik.Velî kelimesi, lügat âlimleri tarafından iki ayrı açıdan alınmış ve iki değişik mânâ verilmiştir.
Buna göre velî:
a) Allah'ın kendisinin seçtiği sâlih kullara dost olması, v
b) Allah'ın emrettiği yollardan yürüyerek kulun Allah'ı kendisine dost edinmesidir.
Her iki mânâsı ile de imrenilecek bir durum.
Birinci şekli ile, yâni Allah'ın sâlih bir kulu kendisine dost edinmesi mânâsındaki "velî" kelimesi, lügat âlimlerine göre "feîl" vezninden olup-ism-i mefûl mânâsındadır. Buna göre velî, Allah Teâlâ Cel-le Celâlühu Hazretleri'nin kendi uhdesine aldığı bahtiyar ve mes'ûd kimsedir. Nitekim bu mânâya işaret olarak Allah Teâlâ Hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Çünkü benim dostum, Kiiâb'ı indiren Allah'tır. (Şüphesiz ki) O, iyileri kendisine dosî edinir (onlann işlerini kendisi deruhte eder.)" (A'raf: 196) buyurmaktadır.
Bu demektir ki; Allah Teâlâ kendisine dost edindiği sâlih kimsenin her türlü ihtiyâcını kendisi deruhte eder, O'nu bir an bile olsa, düşmanı olan nefsi ile başbaşa bırakmaz, bütün işlerini görüp gözetmeyi kendi üzerine alır.
ikinci şekli ile, yâni kulun Allah'ı kendisine dost edinmesi mânâsında-ki "velî" kelimesi, yine "feîl" vezninde olup ism-i failin mübalağa sîgasıdır. Buna göre velî, Allah'a gerektiği şekilde ibâdet ve tâat işini kendi uhdesine alan kimse demektir. Velînin Cenâb-ı Hakk'a karşı olan vazifeleri, ibâdet ve tâati, ömrünün sonuna kadar, araya hiç bir fasıla girmeden ve hiç bir isyan hâli olmadan devam eder.
VELÎ OLMAK
Bir kimsenin velî olabilmesi için, yukarıda açıkladığımız mânâlar doğrultusunda velilik vasıflarına sâhib bulunması gerekir. Velînin lügat mânâlarından hem kula, hem de Allah Teâlâ'ya izafe edildiğini görüyoruz. Hakîkî yardımcı ve dost ancak Allah Teâlâ Hazretieri'dif. Her türlü kötülüklerden koruyucu, terbiye edici olarak Cenâb-ı Hakk'a; seven, dost olan, muhabbet besleyen, itaatini eksiksiz sürdüren mânâları ile de kula izafe edilir.
.Hangi mânâda kullanılmış olursa olsun, velî olan kimse Cenâb-ı Hakk'ı kendisine dost seçmiş ise, O'na yakınlaşmaya çalışıyor ise, şerîat dâiresinden asla çıkmamak zorundadır. Allah'ın emirlerine harfiyyen uymak, ibâdet ve tâatini hakkıyla yerine getirmek mecburiyetindedir. Eğer bir kulu Allah dost edinmiş ise, o kimse her türlü sıkıntılı anlarında ve emniyette iken Cenâb-ı Hakk'ın muhafazası altında demektir.
ISTILÂHDA VELÎ
Velînin lügat mânâsının yanı sıra bir de şer'î istilânda kullanılan mânâsı vardır ki, aşağıdaki tarif muteber Akaid kitablannda yer alan bir târif-dir.
istilânda velî:
• Zatî, subûtî ve selbî sıfatlarının bilinmesi mümkün olan mikdar-ları ile Cenâb-ı Hakk'ı bilen,
• İbâdet ve tâatlara fasılasız devam eden,
• Her türlü kötülüklerden, günâhlardan kaçınan,
• Her türlü nefsânî arzulardan, zevklerden, lezzetlerden ve şehvetten yüz çeviren,
• Dünyâya ve dünyâ malına hiç kıymet vermeksizin sâdece Ahi-ret'e yönelen, sâdece onu düşünen,
• Allah Teâlâ'yı devamlı şekilde zikreden, kimsedir.
KUR'ÂN-I KERÎM'DE VELÎ VE EVLÎYÂULLAH
Yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'de velilikle ilgili muhtelif âyet-i kerîmeler mevcuttur. Bu âyetler "velî" kelimesinin her iki mânâsına da işaret buyurmaktadırlar.
"fyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar Allah'a inanmış ve O'na karşı gelmekten sakınmışlar-dır. Dünyâ hayatında da, Âhiret'te de müjde onlaradır. Allah'ın sözlerinde hiç bir değişme yoktur. Bu, büyük başarıdır (en büyük saadetin tâ kendisidir)" (Yûnus: 62, 63, 64)
• "Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, inkâr edenlerin ise dostları azgın putlardır. Onları aydınlıktan karanlığa sürükler, tşte onlar Cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır." (Bakara: 257)
"...Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlâmızsın, kâfirlere karşı bi/e yardım et." (Bakara: 286)
"Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun Peygamberi ve namaz kılan, zekât veren ve rükû eden mü'minlerdir. Kim Allah'ı, peygamberi ve inananlan dost edinirse, bilsin ki, şüphesiz Allah'tan yana olanlar üstün gelir." (Mâide: 55, 56)
"(Habîbim de ki:) Şüphesiz benim velîm (bana yardım etmekte, beni korumakta yegâne dostum ve sahibim) o Kitâb'ı indiren Allah'tır. O iyileri (kendisine) dost edinir. (A'raf: 196)
"Çünkü Allah inananların sahibidir (yardımcısıdır), kâfirlerin ise sahibi (yardımcısı) yoktur." (Muhammed: 11).
Âyet-i kerîmelerin meallerinden anlaşılacağı üzere mü'minlerin velîsi, dostu, yardımcısı ancak Cenâb-ı Hakk'ür. Allah'a dost olanlar için ise hiç bir korku yoktur. Onlar her türlü tehlikeden muhafaza altına alınmışlardır.
HADÎSLERDE VELÎ, EVLİYÂULLAH
Hülefâ-i Râşidîn'den Ömer Ibn Hattâb radıyallâhu anh şöyle rivayet etti:
"Rasûlüllah sallâllâhü Teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz:
—Allah'ın kullarından bir takım insanlar vardır ki, peygamber değil, şühedâ da değildirler. Lâkin Kıyamet Günü'nde Allah indinde (verilnjiş bulunan) makamlarından dolayı peygamberler ve şehîdler onlara imrenerek, gıpta ile bakacaklardır."buyurdu. Bunun üzerine ashâ-bdan bâzıları: %
"—Bunlar kimlerdir ve ne gibi ameller işlemişlerdir? Bize haber veriniz ki biz de onları sevenlerden olalım yâ Rasûlallah," dediler.
Bunun üzerine Cenâb-ı Peygamber sallâllâhü Teâlâ aleyhi ve sellem:
"—Bunlar öyle bir kavimdir ki, aralarında ne akrabalık ve ne de aralarında alıp verecekleri mallarla bir bağ bulunmadığı halde, sırf Allah rızâsı için birbirlerini severler. Allah'a yemin ederim ki, onların yüzleri bir nur ve onların kendileri nurdan yapılmış bir minber üzerinde otururlar. İnsanlar korktukları vakit bunlar korkmazlar, insanlar mahzun ve kederli oldukları zaman da bunlar mahzun olmazlar." buyurdu ve sonra da:
"Haberiniz olsun ki Allah'ın velî kulları için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir." âyet-i kerîmesini okudu." (2)
Yukarıda zikredilen "Haberiniz olsun ki, Allah'ın velî kullan için hiç bir korku yoktur..." (Yûnus: 62) âyet-i kerîmesi nazil olunca evliyâull-âhın kimler olduğu ashâb tarafından sorulunca Peygambar sallâllâhü Teâlâ aleyhi ve sellem:
"—Allah'ın velî kullan öyle kimselerdir kî, görüldükleri zaman Allah'ı hatırlatırlar." buyurmuştur.
Bundan şunu anlıyoruz ki, Hakk Teâlâ'nın sevgili dostları görüldükleri zaman, yüzlerindeki nûrâniyyetleri dolayısıyla insanların aklına hemen Cenâb-ı Hakk gelir ellerinde olmaksızın Allah'ı hatırlarlar. Bu sâlih kulların Allah'ı zikirle meşguliyetleri, O'ndan korkmalan, O'na kullukları, kendilerini görenlere de tesir eder, onlarda da aynı haller tecellî eder.
Yine Peygamber Efendimiz sallâllâhü Teâlâ aleyhi ve sellem'den nakledilen bir hadîs-i şerifte:
"Allahü Teâlâ bir kulu severse, o kula hiç bir günâh zarar vermez." buyurduğu rivayet olunmuştur.Taberânî, Ebû Dâvud ) El-Hakîm, îbn Abbâs'dan
Allah Teâlâ her angi bir kulunu severse, O'nu kendi muhafazası altına aldığı için, ömrünün sonuna kadar, hiç bir kötülük O'na zarar veremez, her türlü günâhdan korunur. Kıyamet Günü'nde de herkesin dehşette ve korku içinda kaldığı bir zamanda O, hiç bir korkusu ve endîşesi olmaksızın Allah'ın emniyeti altındadır.
Âyet ve hadîslerden anlaşılacağı üzere velîlik haktır ve gerçektir. Kur'ân-ı Kerîm'de zikredildiğine, hadîs-i şeriflerle beyân olunduğuna; icmâ-ı ümmet ve kıyâs-ı fükaha ile de te'yîd edildiğine göre Evliyâullah'ın varlığına inanmak zarurîdir, inkârı küfre'götürür.
VELÎ KENDİSÎNÎ BİLEBİLİR Mî?
"Velîlik mertebesine ulaşmış bir mü'minin kendisinin velî olduğunu bilmesi caiz midir, değil midir?" konusunda mutasavvıflar arasında ihtilâf meydana gelmiştir. Bir tasım ehl-i tarîk "caizdir" derken, bir kısmı da "caiz değildir" görüşünü savunmuşlar, kendi görüşlerini kuvvetlendirecek delîlle-ri ileri sürmüşlerdir.
" Kişi kendisinin velî olduğunu bilmez" diyenlerin ileri sürdükleri görüşler şöyledir:
—Bir kimse kendisinin velî olduğunu bilirse, kendisini emniyette hisseder, hiç bir Âhiret endişesi taşımaz. Cenâb-ı Hakk'ın "Haberiniz olsun ki Allah'ın velîleri için hiç bir korku yoktur." (Yûnus: 62) âyetinde buyurduğu emniyet hissi ise bir kaç noktadan mahzurludur. Şöyle ki:
a) Cenâb-ı Hakk'ın azabından, sapıklıklardan başkası kendisini emniyette hissedemeyeceği gibi, rahmetinden de, kâfirlerden başkası ümîdini kesmez. Çünkü, hiç bir a/âb-ı İlâhî'ye duçar olmayacağım düşünmek Allah'ın artık kendisine azâb etmeyeceği gibi yanlış bir tefekkürden kaynaklandığı gibi; Allah'ın sonsuz olan rahmetinden ümîd kesmek de, O'nun merhametini kullarından esirgeyeceği gibi yanlış bir düşünceden kaynaklanır ki, her iki düşünce tarzı da tamamen yanlıştır. Allah'ın sıfatlarına muhaliftir, böyle düşünce insanı küfre götürür.
b) Bir mü'minin ibâdet ve tâatı ne kadar çok olursa olsun Allah'ın kahrının daha büyük olduğu bir gerçektir. Böyle iken, Allah'ın kahrının büyüklüğüne inanıp, azabından emniyette bulunmak birbiri ile bağdaşmaz.
c) Her türlü azâbdan emniyet hissi içinde bulunmak insanın kullak vazifelerini yerine getirme hissini gevşetir, tenbelliğe sevkeder, korku hissini de yok eder.
• Velî kimse, Allah Teâlâ kendisini sevdiği için velî olmuştur. Allah Teâlâ kendisini sevmemiş olsaydı, kendisinin Allah'ı sevmesi ile bu makama ulaşamazdı. Cenâb-ı Hakk'ın kullan arasında kimleri sevip kimleri sevmediği ise asla keşfedilemeyecek İlâhî bir sırdır. Kimse bu sim öğrenemeyecektir.
İbâdet ve tâatlar sonradan meydana gelen sıfatlardır. Buna karşılık Cenâb-ı Hakk'ın sıfatlan kadîmdir, başlangıcı yoktur, sonradan olma değildir. Buna göre, Allah'ın sevgisi İlâhî bir sıfattır ve kulun sevgisinin ve davranışlarının O'na tesir etmesi düşünülemez. Ezelde ne yazılmış ise o olur. Ezelde yazılanları ise Cenâb-ı Hakk'dan gayn kimse bilemez. Öyleyse velî, velî olduğunu bilemez.
• Velî olan kimse kendi nefsine küçük nazarla bakar. Kendisinden bir keramet zuhur etmiş olsa bile, bunun bir oyun (şeytanın bir hilesi) olabileceğini düşünerek endîşe içinde bulunur. Sürekli olarak korku içinde bulunur. İçinde bulunduğu hâlden daha aşağısına düşmekten, içinde bulunduğu hâlin aksi bir hâl ile ileride karşılaşmaktan dâima endîşe eder. Velîliğin şartı hüsn-i hâtime'dir. Hüsn-i "Velî, kendisinin velî olduğunu bilir" diyenlerin ileri sürdükleri görüşler de şöyledir:
—Velîliğin tahakkuk etmesi için hüsn-i hatime (îmân ile Âhiret'e gitmek, kelime-i şehâdeti söyleyerek son nefesini vermek) şart değildir. Bu husus şart olsa bile, Cenâb-ı Hakk'ın velî kuluna özel olarak ve keramet yolu ile "akıbetinin iyi olduğu" hususunu bildirmiş olması mümkündür. Evliyanın kerametine inanmak farzdır. Her ne kadar velî olan bir kimse, her an akıbetinin ne olacağı endîşesi içinde bulunuyorsa da, içinde bulunduğu zaman diliminde sâhib olduğu heybet, ta'zîm ve hürmet hâli daha olgun, daha gelişmiş ve daha müessirdir. Ta'zîm ve hürmet hissinin az bir parçası kalbi, korku hissinin fazlasından daha iyi şekilde huzur ve sükûna kavuşturur.
Bu görüşü teyid için "Aşare-i Mübeşşere"yi misâl olarak gösterirler, şöyle ki:
Rasûlüllah sallâllâhü Teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz "Ashabımdan
on kişi Genelliktir" (5) buyurmuştur. Bu on güzide Müslümanın, Efendimizin Peygamberliğini tasdikleri ve akıbetlerinin iyi olduğunu bildikleri hususunda şüphe yoktur. Bu, onlar için bir kusur da olmamıştır. Zîrâ, hüsn-i hatime ile öleceklerini bildikleri halde Cenâb-ı Hakk'tan hakkıyla korkmuşlar, ibâdetlerinde de bir azalma olmamıştır.
Kendisinde kerametler meydana gelen bir velînin bunlar ile diğer normal halleri birbirinden ayırd edememesi mümkün değildir. Öyleyse, kendisinde birtakım kerametler zuhur ettiğini gören bir velî, o hâl içinde hakk üzere olduğunu bilir, anlar. Son nefesine kadar bu hâl üzere olacağının Allah tarafından kendisine bildirilmiş olması da mümkündür. Bu bildirme velînin bir kerameti de olabilir. Evliyanın kerametine inanmak zorunludur.
KUL, KENDi GAYRETi ÎLE VELÎ OLABİLİR Mİ?
Velînin lügat mânâsını açıkladığımız kısımda, âlimlerin bu kelimeyi iki açıdan değerlendirdiklerini, iki ayrı mânâ verdiklerini belirtmiştik.
Birincisi: Allah'ın kulunu sevmesi, dost edinmesi.
İkincisi: Kulun, Allah'ı sevmesi, O'nu kendisine dost edinmesi, demiştik.
Allah'ın kullan arasında bâzı kullarını kendisine dost edinmesi ve onları sevmesi keyfiyyeti ilâhî bir sırdır, buna kimse muttali olamaz. Bu durumdaki bahtiyar kişileri Allah'tan başka kimse bilemez. Herkes için meçhuldür.
Kulun Allah Teâlâ'yı sevmesi, O'nu kendisine dost edinmesi hususuna gelince, bu mümkündür, bunun da pek çok örnekleri vardır. Aynca Kur'ân-ı Kerîm'de de bununla ilgili âyet-i kerîmeler mevcuttur.
Bir mü'min, Allah'tan hakkıyla korkar, her hareketinde Allah'ın rızâsını gözetirse, Allah'ın dostuna dost, düşmanına düşman olursa, İslâm'a yardımcı olursa, ibâdet ve tâatı ile Allah'a yakın olmaya çalışırsa, dînin emirle -rie sımsıkı yapışıp şeriatın bütün emirlerine uymaya gayret ederse, şüphelendiği her nesneden azamî derecede kaçınırsa, ömrünün sonuna kadar korku ile ümîd arasında bulunursa..." Allah dostu" vasfını kazanmaya lâyıktır.
Bir kişinin kendisini ibâdete vererek, ruhunu temizleyerek velî olamayacağı ileri sürülse de; velîlik makamının sonradan, çalışmak suretiyle elde edilebileceği görüşü ağırlıktadır.
VELÎLER GÜNÂH İŞLER Mİ?
Her insan gibi velîler de günâh işleyebilir. Sâdece Peygamberler günâh işlemekten Allah'ın lütfü ile korunmuşlardır. Peygamberlerin dışında herkesin günâh işlemesi imkân dahilindedir. Bunun aksini iddia etmek küfürdür.
Günâh işlemek ile günâhlarda ısrar etmeyi birbirinden çok iyi ayırd etmek lâzımdır. Burada asıl olan işlenen günâhda ısrarlı olmamak, onu devamlı şekilde irtikâb etmemektir. Devamlı şekilde nefsi ile mücâdele etmek zorunda kalan velînin, kendisini sürekli olarak ibâdete vermesi, günâhdan kaçınmak için sağlam ve müsbet bir irâdeye sâhib olmaya çalışması, onun için en büyük keramet olarak mülâhaza olunur.
Günâh işleyen bir velî, eğer günâh işlemekte ısrar ederse, bulunduğu makamdan indirilir. Tevbe-istiğfâr ederek pişmanlığını dile getirirse yeniden makamına iade olunur.
Günâh işlemek deyince aklımıza hemen, herkesin bildiği ve anladığı mânâda günâh gelmemeli. Zîrâ bu tür günâhları irtikâb etmemek konusunda insan zâten cemiyetin manevî baskısı altındadır. İçki içmek, kumar oynamak, zina yapmak gibi... herkes tarafından bilinen ve devamlı murakabe altında olmayı gerektiren günâhları bir velî asla irtikâb edemez. Burada anlaşılması gereken husus şu olmalıdır: Kişinin nefsi ile başbaşa kaldığı zaman günâh işlemekten kaçınmasıdır, bundan kendisini korumasıdır.
Kibirlenmek, böbürlenmek, Allah'ın yarattıklarını küçük görmek, Allah rızâsını gözetmeden hareket epnek... Bunlar da günâhtır. Peygamberler, günâhların her türlüsünden korunmuşlardır, onları "ismet" sıfatı ile muttasıf-tırlar. Bir günâh işleyecekleri zaman İlâhî bir ikâz ile karşılaşırlar. Halbuki velîler için durum hiç de öyle değildir. Peygamber kibirlenmez, karşısındakini küçük görmez, gösteriş için hareket etmez, gıybette bulunmaz... Fakat, nefisle her an mücadele durumunda "olan velîler kalbe âid bu duygulardan kendilerini korumak zorundadırlar.
Velilikte nefsle olan mücâdele esastır ve mücâdele son nefese kadar sürüp gidecektir. Velî, günâh işlediği zaman, günâhında ısrar etmez, tevbe-is-tiğfâr ederse bulunduğu makamını muhafaza eder. Nefsine ve şeytana uyarak bir günâh işleyen velî, Allah'ın kendisine lütfettiği tevbe ve istiğfar ile bu durumdan kurtulur.
Nitekim Cenâb-ı Hakk Celle Celâlühu:
"Allah'a karşı gelmekten sakmanlar, şeytan tarafından bir vesveseye uğrayınca Allah'ı anarlar ve hemen gerçeği görürler." (A'râf: 201) buyurmakla, takva sahibi velîlerin her an şeytanın vesvesesi ve aldatmacası tehlikesi ile karşı karşıya olduklarını, fakat yaptıklarının farkına vararak, Al- lah'a tevbe ve istiğfar etmek suretiyle gerçeğe yönelebileceklerini haber veriyor.
BÜYÜK MUTASAVVIFLAR
NE DÎYOR?
Şeyh durumundaki büyük velîler mürîdlerine, kendilerinin de hiç bir zaman günâhtan uzak kalamayacaklarını, insan olmaları sebebiyle, nefs taşıdıklarından dolayı hatâ yapabileceklerini, hatâ ettikleri zaman örnek alınmamalarım tavsiye ederler. Kendilerini günahkâr ve duaları kabul olunmayan kişiler olarak gösterirler, buna karşılık velilik konusunda ölçüleri çok katı, şartlan çok ağır, değer Ölçüleri de o nisbette net ve berraktır.
Velilik konusunda kim, ne demiş, onn görelim:
Bâyezid Bistamî: Kendisinin velî olduğu iddia edilen bir şahsı görmeye gider. Velî olduğu iddia edilen şahsın bulunduğu yere yaklaşınca bir kenara oturup beklemeye başlar. Bir müddet sonra, velî olduğu iddia edilen şahıs, mescidden dışarıya çıkar ve yüzünü Kıble'ye karşı dönerek tükürür.
Bu çirkin olaya şâhid olan Bistamî (kaddesallâhü sırrahu) o şahısa selâm vermeden ve onunla görüşme lüzumunu hissetmeden geriye döner, gider.
Etrafındakiler bunun sebebini sorunca:
—"Bu şahıs şeriatın edeblerinden birinde bile kendisine itimad edilemeyen kişidir. Hakk'ın sırları konusunda kendisine nasıl itimad
edilip güvenilebilir?" cevabını verir. (6)
• Ebû Osman Mağribî: "Velî bâzan meşhur olabilir, fakat hiç bir zaman başkaları için fitne vesilesi ve dinden uzaklaşma sebebi olamaz."
• Yahya îbn Muâz: "Velî, riyakârlık ve münafıklık yapmaz. Huyu böyle olmayan ne kadar az dost var."
• Seni îbn Abdullah: "Velî, devamlı surette kendisinden Allah'ın irâdesine uygun işler sâdır olan zâttır."
• Ebû Ali Cürcânî: "Velî, kendi halinde fâni olan, Hakk'ın müşâha-desinde bakî olan, işleri Allah Teâlâ tarafindan görüldüğü ve idare edildiği için daimî surette üzerine dostluk ve sevgi nurları gelen, kendinden haber vermeyen, Allah'tan başkası ile beraber olmaya tahammül edemeyen kimsedir."
• Fudayl îbn lyâz: "insan, iyiliğin ve ihsanın her şeklini yerine getirse, fakat sâdece kümesindeki tavuklara kötülük etse, yine de iyi insanlar zümresinden olamaz."
Kaynak:Dini ilmihal
Hazılayan : Fatih Berber
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder