Pazartesi, Mart 12, 2007

Velilik


Sayı 29 Velilik

Velî kime derler? Keramet nedir? Herkes velî olabilir mi? Her velî keramet gösterebilir mi? Her velî keramet göstermek zorunda mıdır? Bir kimsenin gerçek mânâda Allah'ın velî kullanndan olduğunu nasıl anlayabili­riz? Bunun için elimizdeki ölçüler neler olmalıdır?
Bu ve buna benzer pek çok sual asırlardan beri Müslümanlar arasında tarüşılagelmiş, Kıyâmet'e kadar da süreceğe benziyor. Velî ve keramet ko­nularına islâm'ın nasıl baktığım öğrenmeden önce, işe, bu iki kelimenin lügat mânâlarından başlayalım dedik.Velî kelimesi, lügat âlimleri tarafından iki ayrı açıdan alınmış ve iki de­ğişik mânâ verilmiştir.
Buna göre velî:
a) Allah'ın kendisinin seçtiği sâlih kullara dost olması, v
b) Allah'ın emrettiği yollardan yürüyerek kulun Allah'ı kendisine dost edinmesidir.

Her iki mânâsı ile de imrenilecek bir durum.
Birinci şekli ile, yâni Allah'ın sâlih bir kulu kendisine dost edinmesi mânâsındaki "velî" kelimesi, lügat âlimlerine göre "feîl" vezninden olup-ism-i mefûl mânâsındadır. Buna göre velî, Allah Teâlâ Cel-le Celâlühu Hazretleri'nin kendi uhdesine aldığı bahtiyar ve mes'ûd kimse­dir. Nitekim bu mânâya işaret olarak Allah Teâlâ Hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'de:
"Çünkü benim dostum, Kiiâb'ı indiren Allah'tır. (Şüphesiz ki) O, iyileri kendisine dosî edinir (onlann işlerini kendisi deruhte eder.)" (A'raf: 196) buyurmaktadır.
Bu demektir ki; Allah Teâlâ kendisine dost edindiği sâlih kimsenin her türlü ihtiyâcını kendisi deruhte eder, O'nu bir an bile olsa, düşmanı olan nefsi ile başbaşa bırakmaz, bütün işlerini görüp gözetmeyi kendi üzerine alır.
ikinci şekli ile, yâni kulun Allah'ı kendisine dost edinmesi mânâsında-ki "velî" kelimesi, yine "feîl" vezninde olup ism-i failin mübalağa sîgasıdır. Buna göre velî, Allah'a gerektiği şekilde ibâdet ve tâat işini kendi uhdesine alan kimse demektir. Velînin Cenâb-ı Hakk'a karşı olan vazifeleri, ibâdet ve tâati, ömrünün sonuna kadar, araya hiç bir fasıla girmeden ve hiç bir isyan hâli olmadan devam eder.

VELÎ OLMAK

Bir kimsenin velî olabilmesi için, yukarıda açıkladığımız mânâlar doğ­rultusunda velilik vasıflarına sâhib bulunması gerekir. Velînin lügat mânâla­rından hem kula, hem de Allah Teâlâ'ya izafe edildiğini görüyoruz. Hakîkî yardımcı ve dost ancak Allah Teâlâ Hazretieri'dif. Her türlü kötülüklerden koruyucu, terbiye edici olarak Cenâb-ı Hakk'a; seven, dost olan, muhabbet besleyen, itaatini eksiksiz sürdüren mânâları ile de kula izafe edilir.
.Hangi mânâda kullanılmış olursa olsun, velî olan kimse Cenâb-ı Hakk'ı kendisine dost seçmiş ise, O'na yakınlaşmaya çalışıyor ise, şerîat dâi­resinden asla çıkmamak zorundadır. Allah'ın emirlerine harfiyyen uymak, ibâdet ve tâatini hakkıyla yerine getirmek mecburiyetindedir. Eğer bir kulu Allah dost edinmiş ise, o kimse her türlü sıkıntılı anlarında ve emniyette iken Cenâb-ı Hakk'ın muhafazası altında demektir.

ISTILÂHDA VELÎ

Velînin lügat mânâsının yanı sıra bir de şer'î istilânda kullanılan mânâsı vardır ki, aşağıdaki tarif muteber Akaid kitablannda yer alan bir târif-dir.
istilânda velî:
• Zatî, subûtî ve selbî sıfatlarının bilinmesi mümkün olan mikdar-ları ile Cenâb-ı Hakk'ı bilen,
• İbâdet ve tâatlara fasılasız devam eden,
• Her türlü kötülüklerden, günâhlardan kaçınan,
• Her türlü nefsânî arzulardan, zevklerden, lezzetlerden ve şeh­vetten yüz çeviren,
• Dünyâya ve dünyâ malına hiç kıymet vermeksizin sâdece Ahi-ret'e yönelen, sâdece onu düşünen,
• Allah Teâlâ'yı devamlı şekilde zikreden, kimsedir.

KUR'ÂN-I KERÎM'DE VELÎ VE EVLÎYÂULLAH

Yüce kitabımız Kur'ân-ı Kerîm'de velilikle ilgili muhtelif âyet-i kerî­meler mevcuttur. Bu âyetler "velî" kelimesinin her iki mânâsına da işaret bu­yurmaktadırlar.
"fyi bilin ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur. Onlar üzülmeye­ceklerdir. Onlar Allah'a inanmış ve O'na karşı gelmekten sakınmışlar-dır. Dünyâ hayatında da, Âhiret'te de müjde onlaradır. Allah'ın sözle­rinde hiç bir değişme yoktur. Bu, büyük başarıdır (en büyük saadetin tâ kendisidir)" (Yûnus: 62, 63, 64)

• "Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır, inkâr edenlerin ise dostları azgın putlardır. Onları aydınlıktan karanlığa sürükler, tşte onlar Cehennemliklerdir, onlar orada temelli kalacaklardır." (Bakara: 257)

"...Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi af­fet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlâmızsın, kâfirlere karşı bi/e yardım et." (Bakara: 286)

"Sizin dostunuz ancak Allah, O'nun Peygamberi ve namaz kı­lan, zekât veren ve rükû eden mü'minlerdir. Kim Allah'ı, peygamberi ve inananlan dost edinirse, bilsin ki, şüphesiz Allah'tan yana olanlar üstün gelir." (Mâide: 55, 56)

"(Habîbim de ki:) Şüphesiz benim velîm (bana yardım etmekte, beni korumakta yegâne dostum ve sahibim) o Kitâb'ı indiren Allah'tır. O iyileri (kendisine) dost edinir. (A'raf: 196)
"Çünkü Allah inananların sahibidir (yardımcısıdır), kâfirlerin ise sahibi (yardımcısı) yoktur." (Muhammed: 11).
Âyet-i kerîmelerin meallerinden anlaşılacağı üzere mü'minlerin velîsi, dostu, yardımcısı ancak Cenâb-ı Hakk'ür. Allah'a dost olanlar için ise hiç bir korku yoktur. Onlar her türlü tehlikeden muhafaza altına alınmışlardır.

HADÎSLERDE VELÎ, EVLİYÂULLAH

Hülefâ-i Râşidîn'den Ömer Ibn Hattâb radıyallâhu anh şöyle rivayet etti:
"Rasûlüllah sallâllâhü Teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz:
—Allah'ın kullarından bir takım insanlar vardır ki, peygamber değil, şühedâ da değildirler. Lâkin Kıyamet Günü'nde Allah indinde (verilnjiş bulunan) makamlarından dolayı peygamberler ve şehîdler on­lara imrenerek, gıpta ile bakacaklardır."buyurdu. Bunun üzerine ashâ-bdan bâzıları: %
"—Bunlar kimlerdir ve ne gibi ameller işlemişlerdir? Bize haber veri­niz ki biz de onları sevenlerden olalım yâ Rasûlallah," dediler.
Bunun üzerine Cenâb-ı Peygamber sallâllâhü Teâlâ aleyhi ve sel­lem:
"—Bunlar öyle bir kavimdir ki, aralarında ne akrabalık ve ne de aralarında alıp verecekleri mallarla bir bağ bulunmadığı halde, sırf Al­lah rızâsı için birbirlerini severler. Allah'a yemin ederim ki, onların yüz­leri bir nur ve onların kendileri nurdan yapılmış bir minber üzerinde otururlar. İnsanlar korktukları vakit bunlar korkmazlar, insanlar mahzun ve kederli oldukları zaman da bunlar mahzun olmazlar." bu­yurdu ve sonra da:
"Haberiniz olsun ki Allah'ın velî kulları için hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir." âyet-i kerîmesini okudu." (2)
Yukarıda zikredilen "Haberiniz olsun ki, Allah'ın velî kullan için hiç bir korku yoktur..." (Yûnus: 62) âyet-i kerîmesi nazil olunca evliyâull-âhın kimler olduğu ashâb tarafından sorulunca Peygambar sallâllâhü Teâlâ aleyhi ve sellem:
"—Allah'ın velî kullan öyle kimselerdir kî, görüldükleri zaman Allah'ı hatırlatırlar." buyurmuştur.
Bundan şunu anlıyoruz ki, Hakk Teâlâ'nın sevgili dostları görüldükleri zaman, yüzlerindeki nûrâniyyetleri dolayısıyla insanların aklına hemen Cenâb-ı Hakk gelir ellerinde olmaksızın Allah'ı hatırlarlar. Bu sâlih kulların Allah'ı zikirle meşguliyetleri, O'ndan korkmalan, O'na kullukları, kendile­rini görenlere de tesir eder, onlarda da aynı haller tecellî eder.
Yine Peygamber Efendimiz sallâllâhü Teâlâ aleyhi ve sellem'den nak­ledilen bir hadîs-i şerifte:
"Allahü Teâlâ bir kulu severse, o kula hiç bir günâh zarar ver­mez." buyurduğu rivayet olunmuştur.Taberânî, Ebû Dâvud ) El-Hakîm, îbn Abbâs'dan
Allah Teâlâ her angi bir kulunu severse, O'nu kendi muhafazası altına aldığı için, ömrünün sonuna kadar, hiç bir kötülük O'na zarar veremez, her türlü günâhdan korunur. Kıyamet Günü'nde de herkesin dehşette ve korku içinda kaldığı bir zamanda O, hiç bir korkusu ve endîşesi olmaksızın Allah'ın emniyeti altındadır.
Âyet ve hadîslerden anlaşılacağı üzere velîlik haktır ve gerçektir. Kur'ân-ı Kerîm'de zikredildiğine, hadîs-i şeriflerle beyân olunduğuna; icmâ-ı ümmet ve kıyâs-ı fükaha ile de te'yîd edildiğine göre Evliyâullah'ın varlığına inanmak zarurîdir, inkârı küfre'götürür.

VELÎ KENDİSÎNÎ BİLEBİLİR Mî?

"Velîlik mertebesine ulaşmış bir mü'minin kendisinin velî olduğunu bilmesi caiz midir, değil midir?" konusunda mutasavvıflar arasında ihtilâf meydana gelmiştir. Bir tasım ehl-i tarîk "caizdir" derken, bir kısmı da "caiz değildir" görüşünü savunmuşlar, kendi görüşlerini kuvvetlendirecek delîlle-ri ileri sürmüşlerdir.
" Kişi kendisinin velî olduğunu bilmez" diyenlerin ileri sürdükleri görüşler şöyledir:
—Bir kimse kendisinin velî olduğunu bilirse, kendisini emniyette his­seder, hiç bir Âhiret endişesi taşımaz. Cenâb-ı Hakk'ın "Haberiniz olsun ki Allah'ın velîleri için hiç bir korku yoktur." (Yûnus: 62) âyetinde buyurdu­ğu emniyet hissi ise bir kaç noktadan mahzurludur. Şöyle ki:
a) Cenâb-ı Hakk'ın azabından, sapıklıklardan başkası kendisini emni­yette hissedemeyeceği gibi, rahmetinden de, kâfirlerden başkası ümîdini kesmez. Çünkü, hiç bir a/âb-ı İlâhî'ye duçar olmayacağım düşünmek Al­lah'ın artık kendisine azâb etmeyeceği gibi yanlış bir tefekkürden kaynak­landığı gibi; Allah'ın sonsuz olan rahmetinden ümîd kesmek de, O'nun mer­hametini kullarından esirgeyeceği gibi yanlış bir düşünceden kaynaklanır ki, her iki düşünce tarzı da tamamen yanlıştır. Allah'ın sıfatlarına muhaliftir, böyle düşünce insanı küfre götürür.
b) Bir mü'minin ibâdet ve tâatı ne kadar çok olursa olsun Allah'ın kah­rının daha büyük olduğu bir gerçektir. Böyle iken, Allah'ın kahrının büyük­lüğüne inanıp, azabından emniyette bulunmak birbiri ile bağdaşmaz.
c) Her türlü azâbdan emniyet hissi içinde bulunmak insanın kullak va­zifelerini yerine getirme hissini gevşetir, tenbelliğe sevkeder, korku hissini de yok eder.
• Velî kimse, Allah Teâlâ kendisini sevdiği için velî olmuştur. Allah Teâlâ kendisini sevmemiş olsaydı, kendisinin Allah'ı sevmesi ile bu maka­ma ulaşamazdı. Cenâb-ı Hakk'ın kullan arasında kimleri sevip kimleri sev­mediği ise asla keşfedilemeyecek İlâhî bir sırdır. Kimse bu sim öğrenemeye­cektir.
İbâdet ve tâatlar sonradan meydana gelen sıfatlardır. Buna karşılık Cenâb-ı Hakk'ın sıfatlan kadîmdir, başlangıcı yoktur, sonradan olma değil­dir. Buna göre, Allah'ın sevgisi İlâhî bir sıfattır ve kulun sevgisinin ve davra­nışlarının O'na tesir etmesi düşünülemez. Ezelde ne yazılmış ise o olur. Ezel­de yazılanları ise Cenâb-ı Hakk'dan gayn kimse bilemez. Öyleyse velî, velî olduğunu bilemez.
• Velî olan kimse kendi nefsine küçük nazarla bakar. Kendisinden bir keramet zuhur etmiş olsa bile, bunun bir oyun (şeytanın bir hilesi) olabilece­ğini düşünerek endîşe içinde bulunur. Sürekli olarak korku içinde bulunur. İçinde bulunduğu hâlden daha aşağısına düşmekten, içinde bulunduğu hâlin aksi bir hâl ile ileride karşılaşmaktan dâima endîşe eder. Velîliğin şartı hüsn-i hâtime'dir. Hüsn-i "Velî, kendisinin velî olduğunu bilir" diyenlerin ileri sürdükleri görüşler de şöyledir:
—Velîliğin tahakkuk etmesi için hüsn-i hatime (îmân ile Âhiret'e git­mek, kelime-i şehâdeti söyleyerek son nefesini vermek) şart değildir. Bu hu­sus şart olsa bile, Cenâb-ı Hakk'ın velî kuluna özel olarak ve keramet yolu ile "akıbetinin iyi olduğu" hususunu bildirmiş olması mümkündür. Evliyanın kerametine inanmak farzdır. Her ne kadar velî olan bir kimse, her an akıbeti­nin ne olacağı endîşesi içinde bulunuyorsa da, içinde bulunduğu zaman dili­minde sâhib olduğu heybet, ta'zîm ve hürmet hâli daha olgun, daha gelişmiş ve daha müessirdir. Ta'zîm ve hürmet hissinin az bir parçası kalbi, korku his­sinin fazlasından daha iyi şekilde huzur ve sükûna kavuşturur.
Bu görüşü teyid için "Aşare-i Mübeşşere"yi misâl olarak gösterirler, şöyle ki:
Rasûlüllah sallâllâhü Teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz "Ashabımdan
on kişi Genelliktir" (5) buyurmuştur. Bu on güzide Müslümanın, Efendimi­zin Peygamberliğini tasdikleri ve akıbetlerinin iyi olduğunu bildikleri husu­sunda şüphe yoktur. Bu, onlar için bir kusur da olmamıştır. Zîrâ, hüsn-i hati­me ile öleceklerini bildikleri halde Cenâb-ı Hakk'tan hakkıyla korkmuşlar, ibâdetlerinde de bir azalma olmamıştır.
Kendisinde kerametler meydana gelen bir velînin bunlar ile diğer nor­mal halleri birbirinden ayırd edememesi mümkün değildir. Öyleyse, kendi­sinde birtakım kerametler zuhur ettiğini gören bir velî, o hâl içinde hakk üze­re olduğunu bilir, anlar. Son nefesine kadar bu hâl üzere olacağının Allah ta­rafından kendisine bildirilmiş olması da mümkündür. Bu bildirme velînin bir kerameti de olabilir. Evliyanın kerametine inanmak zorunludur.

KUL, KENDi GAYRETi ÎLE VELÎ OLABİLİR Mİ?

Velînin lügat mânâsını açıkladığımız kısımda, âlimlerin bu kelimeyi iki açıdan değerlendirdiklerini, iki ayrı mânâ verdiklerini belirtmiştik.

Birincisi: Allah'ın kulunu sevmesi, dost edinmesi.
İkincisi: Kulun, Allah'ı sevmesi, O'nu kendisine dost edinmesi, de­miştik.

Allah'ın kullan arasında bâzı kullarını kendisine dost edinmesi ve on­ları sevmesi keyfiyyeti ilâhî bir sırdır, buna kimse muttali olamaz. Bu durum­daki bahtiyar kişileri Allah'tan başka kimse bilemez. Herkes için meçhu­ldür.
Kulun Allah Teâlâ'yı sevmesi, O'nu kendisine dost edinmesi hususuna gelince, bu mümkündür, bunun da pek çok örnekleri vardır. Aynca Kur'ân-ı Kerîm'de de bununla ilgili âyet-i kerîmeler mevcuttur.
Bir mü'min, Allah'tan hakkıyla korkar, her hareketinde Allah'ın rızâ­sını gözetirse, Allah'ın dostuna dost, düşmanına düşman olursa, İslâm'a yar­dımcı olursa, ibâdet ve tâatı ile Allah'a yakın olmaya çalışırsa, dînin emirle -rie sımsıkı yapışıp şeriatın bütün emirlerine uymaya gayret ederse, şüphelen­diği her nesneden azamî derecede kaçınırsa, ömrünün sonuna kadar korku ile ümîd arasında bulunursa..." Allah dostu" vasfını kazanmaya lâyıktır.
Bir kişinin kendisini ibâdete vererek, ruhunu temizleyerek velî olama­yacağı ileri sürülse de; velîlik makamının sonradan, çalışmak suretiyle elde edilebileceği görüşü ağırlıktadır.

VELÎLER GÜNÂH İŞLER Mİ?

Her insan gibi velîler de günâh işleyebilir. Sâdece Peygamberler günâh işlemekten Allah'ın lütfü ile korunmuşlardır. Peygamberlerin dışında herke­sin günâh işlemesi imkân dahilindedir. Bunun aksini iddia etmek küfür­dür.
Günâh işlemek ile günâhlarda ısrar etmeyi birbirinden çok iyi ayırd et­mek lâzımdır. Burada asıl olan işlenen günâhda ısrarlı olmamak, onu devam­lı şekilde irtikâb etmemektir. Devamlı şekilde nefsi ile mücâdele etmek zo­runda kalan velînin, kendisini sürekli olarak ibâdete vermesi, günâhdan ka­çınmak için sağlam ve müsbet bir irâdeye sâhib olmaya çalışması, onun için en büyük keramet olarak mülâhaza olunur.
Günâh işleyen bir velî, eğer günâh işlemekte ısrar ederse, bulunduğu makamdan indirilir. Tevbe-istiğfâr ederek pişmanlığını dile getirirse yeni­den makamına iade olunur.
Günâh işlemek deyince aklımıza hemen, herkesin bildiği ve anladığı mânâda günâh gelmemeli. Zîrâ bu tür günâhları irtikâb etmemek konusunda insan zâten cemiyetin manevî baskısı altındadır. İçki içmek, kumar oyna­mak, zina yapmak gibi... herkes tarafından bilinen ve devamlı murakabe al­tında olmayı gerektiren günâhları bir velî asla irtikâb edemez. Burada anlaşıl­ması gereken husus şu olmalıdır: Kişinin nefsi ile başbaşa kaldığı zaman günâh işlemekten kaçınmasıdır, bundan kendisini korumasıdır.
Kibirlenmek, böbürlenmek, Allah'ın yarattıklarını küçük görmek, Al­lah rızâsını gözetmeden hareket epnek... Bunlar da günâhtır. Peygamberler, günâhların her türlüsünden korunmuşlardır, onları "ismet" sıfatı ile muttasıf-tırlar. Bir günâh işleyecekleri zaman İlâhî bir ikâz ile karşılaşırlar. Halbuki velîler için durum hiç de öyle değildir. Peygamber kibirlenmez, karşısındaki­ni küçük görmez, gösteriş için hareket etmez, gıybette bulunmaz... Fakat, nefisle her an mücadele durumunda "olan velîler kalbe âid bu duygulardan kendilerini korumak zorundadırlar.
Velilikte nefsle olan mücâdele esastır ve mücâdele son nefese kadar sü­rüp gidecektir. Velî, günâh işlediği zaman, günâhında ısrar etmez, tevbe-is-tiğfâr ederse bulunduğu makamını muhafaza eder. Nefsine ve şeytana uyarak bir günâh işleyen velî, Allah'ın kendisine lütfettiği tevbe ve istiğfar ile bu du­rumdan kurtulur.
Nitekim Cenâb-ı Hakk Celle Celâlühu:

"Allah'a karşı gelmekten sakmanlar, şeytan tarafından bir vesve­seye uğrayınca Allah'ı anarlar ve hemen gerçeği görürler." (A'râf: 201) buyurmakla, takva sahibi velîlerin her an şeytanın vesvesesi ve aldatmacası tehlikesi ile karşı karşıya olduklarını, fakat yaptıklarının farkına vararak, Al- lah'a tevbe ve istiğfar etmek suretiyle gerçeğe yönelebileceklerini haber ve­riyor.

BÜYÜK MUTASAVVIFLAR
NE DÎYOR?


Şeyh durumundaki büyük velîler mürîdlerine, kendilerinin de hiç bir zaman günâhtan uzak kalamayacaklarını, insan olmaları sebebiyle, nefs taşı­dıklarından dolayı hatâ yapabileceklerini, hatâ ettikleri zaman örnek alınma­malarım tavsiye ederler. Kendilerini günahkâr ve duaları kabul olunmayan kişiler olarak gösterirler, buna karşılık velilik konusunda ölçüleri çok katı, şartlan çok ağır, değer Ölçüleri de o nisbette net ve berraktır.
Velilik konusunda kim, ne demiş, onn görelim:
Bâyezid Bistamî: Kendisinin velî olduğu iddia edilen bir şahsı gör­meye gider. Velî olduğu iddia edilen şahsın bulunduğu yere yaklaşınca bir kenara oturup beklemeye başlar. Bir müddet sonra, velî olduğu iddia edilen şahıs, mescidden dışarıya çıkar ve yüzünü Kıble'ye karşı dönerek tükürür.
Bu çirkin olaya şâhid olan Bistamî (kaddesallâhü sırrahu) o şahısa selâm ver­meden ve onunla görüşme lüzumunu hissetmeden geriye döner, gider.
Etra­fındakiler bunun sebebini sorunca:
—"Bu şahıs şeriatın edeblerinden birinde bile kendisine itimad edilemeyen kişidir. Hakk'ın sırları konusunda kendisine nasıl itimad
edilip güvenilebilir?" cevabını verir. (6)
• Ebû Osman Mağribî: "Velî bâzan meşhur olabilir, fakat hiç bir za­man başkaları için fitne vesilesi ve dinden uzaklaşma sebebi olamaz."
• Yahya îbn Muâz: "Velî, riyakârlık ve münafıklık yapmaz. Huyu böyle olmayan ne kadar az dost var."
• Seni îbn Abdullah: "Velî, devamlı surette kendisinden Allah'ın irâdesine uygun işler sâdır olan zâttır."
• Ebû Ali Cürcânî: "Velî, kendi halinde fâni olan, Hakk'ın müşâha-desinde bakî olan, işleri Allah Teâlâ tarafindan görüldüğü ve idare edildiği için daimî surette üzerine dostluk ve sevgi nurları gelen, kendinden haber vermeyen, Allah'tan başkası ile beraber olmaya tahammül edemeyen kimse­dir."
• Fudayl îbn lyâz: "insan, iyiliğin ve ihsanın her şeklini yerine getir­se, fakat sâdece kümesindeki tavuklara kötülük etse, yine de iyi insanlar zümresinden olamaz."


Kaynak:Dini ilmihal
Hazılayan : Fatih Berber

Hiç yorum yok:

Zevk için minareleri yıkıyorlar.